HIRİSTİYAN ALEMİ

Orta Çağ 5. Yüzyılda Batı Roma İmparatorluğunun çöküşüyle başlar. Çöküşün yarattığı kaos ortamında yükselen iki güç, bin yıl boyu devam edecek yeni bir toplum biçiminin de oluşmasını sağlayacaktır. Bu güçlerin biri, Kuzey Avrupa’nın barbar kavimleridir. Feodal prenslikler biçiminde örgütlenmiş olan bu topluluklar ellerine geçirdikleri topraklara da benzer bir örgütlenme tipini dikte ederler. Orta Çağ kültürüne groteski ve doğa ötesi güçlere inanmayı beraberlerinde getirenler bunlardır.

Yeni toplumu biçimlendirecek ikinci önemli güç ise, Avrupa’nın güneyinden yükselen Papalık çevresinde örgütlenmiş Hristiyan Kilisesidir. Öbür dünya inancını ve ölümden sonraki yaşam garantisini Orta Çağ kültürel ortamının merkezine taşıyan da bu güç olmuştur. Roma dünyasından arta kalan bilgi ve sanat geleneği manastırlarda bu güç eliyle korunup geliştirilmiş ve yeni toplumun kültürel yapısının temel taşlarını oluşturmuştur. 8. Yüzyılın sonuna doğru iki güç birbirlerine eklemlenmeye başlayacak ve yeni bir Roma İmparatorluğu hayaliyle yanıp tutuşan Şarlman, Kutsal Roma Germen İmparatoru tacını Papa’nın elinden takacaktır.

Ne var ki bu tarihlerde yaşlı kıtadan ‘Avrupa’ diye söz etmek anakronizme düşmek olur. Anakronizm, tarihi olay ya da olguların içinde geçtiği zamanla, olay ya da olguda yer alan nesne veya özelliklerin birbiriyle olan uyumsuzluğudur. Örneğin İstanbul’un fethini anlatan bir filimde surlara tırmanan yeniçerinin kolunda parlayan bir Swatch saat. 16. Yüzyıla dek kimse dünyanın bu bölgesine ‘Avrupa’ demiyordu. 16. Yüzyıl ise Orta Çağ toplumunun ölmeye yattığı ve Erken Modernin yükseldiği dönemdi.

Sutton Hoo Helmet British Museum Medieval

SUTTON HOO MİĞFERİ

Sutton Hoo Helmet British Museum Medieval

SUTTON HOO REPLİKA

Kıtaya adını veren Fenike kralının kızı Europa. Baştanrı Zeus, malum oldukça çapkındır kendisi, gönül koyar genç kadına. Pırıl pırıl, alımlı bir beyaz boğaya dönüşüp kralın sürüsündeki hayvanların arasına karışır. Nedimeleriyle birlikte deniz kıyısına inen Europa’nın gözünü alır güzel boğa. Genç kız sevmek için yanına yaklaşır uysal hayvanın ve onun yumuşak başlılığından cesaret alıp sırtına biner. Zeus’un beklediği de budur zaten. Kız sırtında denize açılır hemen. Europa kaçırıldığını fark ettiğinde iş işten geçmiştir. Zeus Girit’e götürür Europa’yı, hediyelere boğar ve adanın kraliçesi yapar. Amacına ulaşmanın mutluluğu içinde de, Taurus’u, yani Boğa Takımyıldızını gökyüzüne serpiştirir. Doğrusu pek bir neşelidir antikitenin tanrıları. Ama bu masalın gerçeğe uygun düşen bir tarafı da var. Boğa sırtında olmasa da uygarlık Avrupa’ya bu yolu izleyerek gelmiş, Doğu Akdeniz’den kalkıp Girit üzerinden ana kıtaya ulaşmıştır.

Grandes Chroniques de France 15th Century

ŞARLMAN VE PAPA III. LEO

Rape of Europe 1560 Abduction Europa

TIZIAN: EUROPA’NIN KAÇIRILMASI (1560)

Boğa tarafından kaçırılırken çıplak memeleri iki yana savrulan genç bir kadının adı bilinen ya da bilinmeyen sayısız sanatçı eliyle yapılmış temsilleri tarih boyunca tekrar tekrar gelecek insanların önüne. Eski Yunan vazolarından, terrakota heykellere, Pompei fresklerinden, Tiziano, Rembrandt, Boucher tablolarına, Zuegma mozaiklerinden Strasburg’daki Avrupa Parlamentosunun önüne Nikos ve Pandelis Sotriadis’in diktikleri heykele dek. Mitolojik öykülerin kimlikleri Batı kültürü içinde hep yaşayacaklar; müzikte, resimde, heykelde…

Orta Çağ boyunca Hıristiyan Alemi (Christendom) olarak adlandırılıyor Avrupa; bu adlandırma da mevcut toplumun temel özelliklerini iyi bir biçimde ortaya koyuyor. Bununla ifade edilen sadece dinsel inancın Hıristiyanlık olması değil. Siyaseti, toplumsal ilişkileri, kültürel, hatta ekonomik yaşamı da dinin belirliyor olması. Hıristiyan Alemi, antik dünyanın ‘Yunan’ veya ‘Roma’sı gibi, farklı ve saygın bir uygarlığa göndermede bulunuyor. Sınırları dalgalanmakla birlikte burada yaşayanların tamamı Hıristiyan. Sınırın öte yakası ise, Hıristiyan olmayanların bir garip dünyası. 16. Yüzyılda işte bu anlayışın kırılmasıyla Avrupa’nın da modern dünyaya doğru hareketi başlayacak.

Üç Temel Sınıf

Orta Çağ kaynakları Hristiyan Aleminde yaşayanları genellikle üç temel kasta ayırıyorlar. Toplumsal rollere göre belirlenmiş bu kastların başta geleni de oratores, yani dua edenler. Bunlar, rahiplerden, keşişlerden ve kardeşlerden oluşan grup; aralarında da yalnızca rahipler Hristiyanlığın temel dinsel törenlerini yönetmek yetkisine sahipler. Rahipler, Kilise hukukuna tabiler ve bu ayrıcalıklı konuma belli bazı seremonilerden geçerek gelmiş durumdalar. Gene de aralarında büyük sosyal farklılıklar var. Örneğin, bir kasaba rahibi ile bir bölge piskoposunun gelir düzeyleri de, toplumsal statüleri de, birbirlerinden oldukça farklı. Keşişler ise, bir manastıra kapanıp öteki dünya adına dünyevi yaşamı reddedenler. Yaşam felsefeleri, maddiyatı yadsıma, bekaret ve itaat üstüne kurulu. Kardeşler de bir tür keşiş, ama dünyevi olaylara karşı ilgiyi sürdüren türden. Bu özellikleri de, Saint Francis ve Saint Dominic gibi kardeşlik örgütleri kurucularının kişiliklerinden kaynaklanıyor.

İkinci grup olan bellatores, Orta Çağ şövalyelerinden oluşuyor; Hollywood film yapımcılarının yarattığı prototipe göre, parlayan demir zırhı içinde sevgilisi için canını vermeye hazır, soylu ve kibar atlılardan. Aslında bu popüler başrol kahramanın kendisine atfedilen niteliklere kavuşması pek de kısa sayılabilecek bir süre içinde olmamış, sürecin tamamlanması yüzyıllar almıştır. Erken Orta Çağda at üstünde savaşan herkes şövalyedir. Şarlman döneminde ise, yani 8. Yüzyılın sonlarına doğru, bu durum değişmeye başlayacaktı. O tarihlerde ortaya, alışılmış gürz ve kılıcın yanı sıra mızrak da taşıyan özel giyimli bir atlı tipi çıkacak ve bu atlı, bir süvari birliğinin unsuru olarak savaşa katılacaktı. 10 ve 11. Yüzyıllarda aristokrat ile atlı savaşçı giderek tek bir grup oluşturacak şekilde kaynaşacaklar; 12. Yüzyıldan itibaren de, bir aristokrat ya şövalye olacaktı, ya da Kilise mensubu. 15. Yüzyılda savaşlarda ateşli silahların ve topun belirleyici gücünün artmasıyla, şövalyemize de pembe dizilerin romantik kahramanı olmaktan öte bir rol kalmayacaktı. Aristokratlar at üstünde savaşmaya devam edecek, toplum içinde kılıç taşıma yetkisi yalnızca onlara tanınacak, törenlere de oldukça şatafatlı giysilerle katılmayı sürdüreceklerdi, ama savaş alanlarında artık kimse bu kılıkta gezinmeyecekti.

Son grup da laborares, yani üreticiler. Bunların geniş bölümünü, Avrupa’nın toplam nüfusunda büyük pay sahibi olan, özgür köylüler oluşturuyordu. Grubun ikinci kategorisi ise, toprağa bağlı serflerdi. Orta Çağa özgü bu kurumda, serf, toprak sahibinin izni olmadan toprağı terk edemeyen köylüydü. Terk edemediği köyünde de, hem kendi küçük toprak parçasını işliyordu, hem de toprak sahibinin arazisini. Kendi ürününün bir bölümünü de toprak sahibine vermek zorundaydı. Ama kendi bedeninin kendisinden başka sahibi olmadığından, köle de sayılmazdı. Serf, çiftçi olabileceği gibi, nalbant, ya da değirmenci benzeri, zanaatkar da olabilirdi.

Martini Simone Fogliano 1328

MARTINI: FOGLIANO (1328)

10. Yüzyıldan itibaren serflik tüm Batı Avrupa’ya yayılmıştı. Geç Orta Çağda Ren Nehrinin batısında tarihe karışmaya başlayacak, Doğu Avrupa’da ise yayılma devam edecekti. Bu tarihsel farklılık, Avrupa’nın doğusu ile batısı arasında bugüne dek devam edegelen toplumsal ve ekonomik farklılığın da en önemli nedenlerinden biridir.

Hıristiyan Alemi, rahipler, şövalyeler ve köylüler dışında, aslında dönem kaynaklarının fazla önemsemediği, ama toplumsal ve ekonomik önemi giderek artacak başka bir grubu daha içerir. Zaman içinde diğerleri üzerinde egemenlik kuracak olan bu grup, kentlilerdir. Bunları üretenlerle birlikte sınıflandırmak olanağı yoktur ama asil olarak adlandırılmaları da mümkün değildir. Bazı ev hizmetlileri dışında kölelik, Batı Orta Çağında sıkça rastlanan bir kurum değildir. Eski Yunan ve Roma İmparatorluğu benzeri köleci toplumlarda esas olan tarımsal kölelik ise, Orta Çağ toplumsal düzeninde mevcut bile değildir.

Feodalite Ne Demektir?

Avrupa’nın farklı bölgelerdeki kentlerin gelişmişlik düzeyleri ne olursa olsun, Orta Çağın temel toplumsal birimi birkaç yüz kişinin yaşadığı köylerdir. Köy, bölgenin feodal lordunun oturduğu manor evinden yönetilir. Lord, burayı yönetme hakkını aslında başka bir feodal beyden, barondan almıştır. Baron da, çok daha geniş bir alan üzerinde egemenliği olan dükten. Dük ise, kralın kendisinden.

Köyün tarımsal arazisi, çitlenmemiş, yani yararlanan kişi ya da kişiler tarafından girişin engellenmediği, parsellerden oluşur. Bunlar, ekilip-biçilen ya da nadasa bırakılmış olan iki ana arazi bölümünü meydana getirirler. Köyde yaşayan aileler her iki bölümde bulunan bir, birkaç ya da çok sayıda parselden kendi ihtiyaçlarını karşılamak üzere yararlanırlar. Bazı parseller de kilisenin mülkiyetindedir. Lord, ya da baron, köy üzerinde geniş bir egemenlik hakkına sahiptir. Yürütmenin yanı sıra yargı da onun yetki alanındadır. Aldığı kararlar kesin olup itiraz imkanı yoktur. Beklendiği gibi, köyün arazisinde büyük bir payı vardır ve köylüler kendi arazileriyle birlikte bunu da işlerler. Ayrıca lord onlardan çevre temizliğinden yol ya da köprü yapıma kadar köyün ortak işlerinin bedelsiz olarak yerini getirilmesini de talep edebilir.

Feodalite, aristokrasinin iç ilişkiler düzeninin adıdır. İlişkinin temel unsuru kullanıma bırakılan toprak parçası, yani fieftir. Vassallik, fiefin sahibi ile kullanımına verildiği kişi, yani vasal arasındaki, feodal anlaşmadır. Bu ilişkinin tarafları nedeniyle de, feodal dönem Avrupa’sının siyasal tarihi, aristokrasinin önde gelen aileleri eliyle biçimlenir. Örneğin, Fransa’nın bir bölümünün vasallik anlaşması çerçevesinde, İngilizlerce yönetilmesine olanak sağlayan bu ilişki biçimidir ve anlaşılacağı üzere ulusçuluk, günün moda akımı değildir.

Geç Orta Çağ döneminde asiller, sosyal statülerini koruyabilmek, hatta yükselen tüccar sınıfı karşısında daha da belirginleştirip ayrıştırabilmek amacıyla, askeri becerilerini turnuvalar benzeri sahnelenmiş savaş gösterilerinde sergiler oldular. Bu törenler, feodal toplumun askeri ve ahlaki değerlerinin ‘kahraman şövalye’ imgesinde bir bedene kavuşmasına hizmet etmenin ötesinde, zamanın edebiyatına da yansımış olan aşk ve şövalye onurunun romantik ideallerini dile getirdiler. Ancak ne gariptir ki, bugün bizlerin Orta Çağ şövalyesi imgesini oluşturan bu şövalye tipi ve yanındaki güzel ve asil kadın, tam da bunları yaratan ortamın yok olmaya başladığı zamanlarda ortaya çıkmıştı.

Kent Yaşamı ve Loncalar

Kent hayatı ise, kırsal yaşamdan yansımış bazı görüntüler içermekle birlikte, ondan oldukça farklıydı. Doğru, kentlerde bahçeler hatta çiftlikler bile bulunuyor, sokaklarında da büyükbaş hayvanlar gezinebiliyordu. Gene de kent halkı kendisini kırsalda yaşayanlardan çok farklı görüyordu. Kentte yaşayanlar için kişisel özgürlük önemliydi. Serfi bağlayan yükümlülüklerden ve köylülere salınan keyfi vergilerden kentliler muaftılar. Tüccar adam için de seyahat özgürlüğü, tahmin edileceği üzere, hayati bir konuydu.

Kent meclisindekilerin çoğu aristokrasiden geliyordu, pek çok şehirde ise meclis kanun gereği sadece aristokratlardan oluşuyordu. Meclis üyeleri aynı zamanda diplomat olarak da görev yapmaktaydılar. Orta Çağ kent aristokrasisi, yani patriciler, kökenleri itibariyle tüccar sınıfından farklı olmakla birlikte, Orta Çağın ileri dönemlerde evlilikler kanalıyla bu iki sınıfın kaynaşması gerçekleşti.

Bir Orta Çağ organizasyonu olarak kentin kendisi de, feodal beylerin egemenlik alanının ötesinde, belli özgürlük ve özerkliklerden yararlanıyordu. Kentler, bu olanağa bölge lorduna para ödeyip aldıkları bir özgürlük beratı ile kavuşabiliyorlardı. Kentsel merkezlerin yarattığı bu kazanç olanağı ortaya çıkınca, feodal lordlar da belli ayrıcalıklar tanıyarak bu tür yerleşkeleri destekler olacaklardı.

Orta Çağda loncalar Avrupa’nın her yerinde görülüyorlardı. 12. Yüzyıldan itibaren de kentlerde yaygınlaşmışlardı. Eski loncalar daha çok dinsel, ya da sosyal amaçlıydılar. Yüksek Orta Çağ kentlerinin loncaları ise, zanaat ve/veya ticarete odaklıydılar, amaçları da bu alanların ilgili yönetmelikler eliyle düzenlenmesiydi. Bu düzenlemeler sayesinde loncaya üye olmayan bir kimse kentte perakende satış yapamazdı. Dışarıdan gelen tüccar mutlaka kent loncasının bir üyesine satış yapmak durumundaydı. İstisnai bazı durumlarda yabancı bir tüccara satış izni verilebiliyordu ama bu da ancak kendisinin yüksek bir vergi ödemesiyle mümkün olabiliyordu. Yabancı tüccarın kentte bir yıldan fazla oturma izni olmadığı gibi, kendi adına iş kurması da mümkün değildi.

Zanaat loncaları da aynı ilkeler çerçevesinde faaliyet göstermekteydiler; lonca üyesi olmayan bir kimse kent duvarları içinde üretim yapamaz ve mallarını satamazdı. Belli zanaat dallarında üretim sürecinin farklı aşamaları farklı loncalar altında örgütlenirlerdi. Örneğin tekstilde, iplik eğiriciler, dokumacılar, boyacılar ve yün tüccarları ayrı loncalara bağlıydılar.

Üretilen malın fiyatı, kalitesi, üretim yöntemi ve loncanın üye sayısı da lonca kurallarıyla belirleniyordu. Buradan da anlaşılacağı üzere, serbest piyasa güçleri, rekabet, kar maksimizasyonu ve teknolojik gelişme gibi modern kapitalist toplumun iktisadi yaşamına egemen kurum ve kurallarından ortalıkta eser yoktu.

Lenzi Domenico Corn Market 14th Century

LENZI: TAHIL PAZARI (1340)

Lenzi Domenico City Scene 1340

LENZI: KENT SAHNESİ (1340)

Lenzi Domenico Corn Market

LENZI: TAHIL PAZARI (1340)

Zanaatkar mesleğe ilk adımını yedi yaşında çırak olarak atar, babasının anlaştığı bir ustanın yanına verilir ve onun evine taşınırdı. Usta, kendisine zanaatı öğretmekle mükellef olup, onu hizmetkarı olarak kullanamazdı. Çıraklık süresi lonca tarafından belirlenirdi. Yaşı geldiğinde genç adam zanaatını öğrenmiş olarak ustasının yanından ayrılıp kendi yoluna koyulur ve elinde ustasının tavsiye mektubu başka ustaların yanında iş arardı. Kentten kente iş peşinde seyahat etmesi nedeniyle de İngilizcede “journeyman” olarak adlandırılmıştı. Genç kalfa farklı kentlerde farklı ustaların yanında çalışarak değişik teknikler öğrenip zanaatını ilerletir, sonunda da yerleşmeye karar verdiği kentin loncasına ustalık pozisyonu için başvururdu. Kent vatandaşı kabul edilen bir usta aynı zamanda saygın bir aile reisi olmak durumundaydı ve yerleşik bir işi olması şarttı.

Zanaatkarların yanı sıra tüccarların da loncaları vardı. Bu dünyada da yerel ticaret yapanlarla, bölgesel veya uluslararası pazarlarda ticaret yapanlar arasında önemli farklar bulunuyordu. Balıkçılar, ikinci el mal ticareti yapanlar gibi yerel tüccar ve toptancılar malı ancak yerel olarak satın alıp sadece kentte ve onun yakın çevresinde satabiliyorlardı. Büyük tüccarlar ise uzun yol ticareti ve para işi yapıyorlardı. Bunların lonca üyelerinden birisi öldüğünde, lonca biraderleri karısı ve çocuklarına bakmakla yükümlüydüler; hastalandığında veya bir derdi olduğunda gene onlar yanında olurlardı.

Geç Orta Çağ döneminde kentler, Avrupa tarihinin akışında önemli rolü olan unsurlar haline gelmişlerdi. Kendi siyasi oluşumları ve kültürleri ortaya çıkmış, özellikle de Almanya ve İtalya gibi zayıf ve etkisiz kralların ülkelerinde daha da büyük bir önem ve güç kazanmışlardı.