Konu Çin Olunca
Prag Baharının Sovyet tanklarıyla bastırıldığı 1968 yılında Mao Zedong, aslında tercih edilmesi gerekenin daha az değil, daha fazla devrim olduğu görüşündeydi. Onun devrimini gündeme getiren de, Çin Komünist Partisi içindeki rakiplerine karşı başlattığı atak olmuştu. Mao, 1966’da Büyük Proleter Kültür Devrimi çağrısında bulunmuş ve rakiplerini saf dışı edip Partiyi yeniden biçimlendirmeye karar vermişti. Çin bağlamında ‘proleter’ sözcüğü, işçi sınıfının yanında geniş köylü kitlelerini de kapsıyordu. Ne var ki, “Büyük Kaptan” kampanyasının eylemcilerini bu sınıflardan seçmeyecek, öğrenci militanlara yönelecekti. Onların coşkulu gruplar halinde Mao’nun özdeyişlerinden oluşan küçük Kırmızı Kitaplarını sallaya sallaya yaptıkları resmi-geçitlerin görüntüleri de 68’in küresel belleğinde yer edecekti. 1970’li yıllarda, Çin, dünyaya kapalı bir ülkeydi. Altan Öymen, işte bu ortamda Çin’e giden ilk Türk gazetecisi oldu. Öymen, bir ay sonra kapsamlı bir röportajla döndü Türkiye’ye: “Uyanan Dev: Çin”.
Ben ise Çin’e ilk kez 1987’de Türkiye Demir Çelik İşletmelerinde çalışırken gitmiştim. Genel Müdür, tahvil ihracı amacıyla Japonya’ya gitmeye hazırlandığımda, “Tokyo’ya giderken Pekin’e de uğrayıver” demişti bir satış anlaşması imzalamak üzere; Ankara’dan İstanbul’a giderken Eskişehir’e uğra dercesine. Önce 150.000 tonluk bir inşaat demiri bağlantısı, ardından da pik demir ve kütük… Çin, TDÇİ’nin dağ gibi stoklarını kısa süre içinde eritmiş, Türk demir-çelik sektöründe güçlü bir heyecan rüzgarı estirmişti.
O yıllarda Pekin’e yaptığım çok sayıdaki yolculuğun önemli bir kısmı Çin ile ilişkileri koordine eden Devlet Bakanları başkanlığındaki heyetlerle olmuştu. Özal Döneminin modası Türkiye’nin ikinci el kopyalardan uyarladığı ‘İhracata Dayalı Büyüme Stratejisi’ ve ‘Özelleştirme Modelini’ kendisinden geri kalmış olduğunu varsaydığı “dost ve kardeş ülkelere” öğretmekti. Bakanlardan özel sektör temsilcilerine herkes aynı bilgiç eda ve içi boşalmış kavramlarla ihracat ve özelleştirme dersi veriyorlardı çevre ülkelerinde. Çin’de ise bunun dozu iyice kaçmış yüzlerinde yapay bir gülümsemenin asılı durduğu Çinli yöneticiler iyi birer öğrenci olarak görülmüştü başöğretmen edasıyla konuşan politikacılarımıza. Ama öğretmenler 19. Yüzyıla dek Çin’in dünyanın en büyük ekonomisi olduğunu ya unutmuşlardı, ya da zaten hiç duymamışlardı.
ÇİNLİ HATTAT (1987)
Öymen 26 yıl sonra CHP Genel Başkanlığı sırasında bir kez daha gitti Çin Halk Cumhuriyetine. Çin Komünist Partisinden davet almıştı. “Bu geziyi önemsiyorum”, diyordu Öymen, “Çin önemli bir ekonomik model. Hem bunu yerinde göreceğiz hem de Çin Komünist Partisi ile önemli temaslarda bulunacağız.” Öymen haklıydı; dev uyanmıştı. Hem de ne uyanış…
Bugün itibariyle Çin dünyanın en büyük ikinci ekonomisi ve başta gelen demir-çelik ürünleri ihracatçısı. 1997 Asya Krizinde AB ve ABD’ye anti-kriz politikalarında destek olup devalüasyona gitmemesi 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütüne üye alınmasıyla ödüllendirilmişti. Bunun verdiği güçle de kendisini komünist olarak adlandıran bir partinin yönetiminde dünya kapitalizminin fabrikasına dönüştürdü. Üstelik sadece ekonomik değildi bu uyanış. Çin uluslararası siyasetin etkin bir oyuncusu ve büyük bir askeri gücün sahibi. Bilimden teknolojiye, spordan, turizme ve kültürel faaliyetlere her alanda dünya artan sayıda Çinli ile tanışıyor bugünlerde.
38. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali sırasında Lang Lang’ı dinliyor konser bileti bulabilmiş şanslı bazı İstanbullular. Lang Lang dünyanın en iyi Chopin icracılarından biri ve dünyanın en önemli orkestralarının eşlik ettiği ilk Çinli piyanist. 40 milyon Çinli çocuğa piyano çalmayı öğretmek üzere bir hareket başlatmış kendisi. Eh, konu Çin olunca rakamlar da büyük oluyor ister istemez.