BİR UÇTAN ÖTEKİNE

Statue of Aphrodite Athens Archaeological Museum Greece

APHRODITE, ARKEOLOJİ MÜZESİ, ATİNA

Arkeologlar, Uçan Eros veya Soyunan Venüs’ü topraktan çıkarırlarken yanlarında olmak isterdim. O kusursuz mermer şekillerin kıskanç toprağın kucağından adım adım kurtuluşunu görebilmekteki heyecanı o kadar iyi anlıyorum ki! Bence bu bir fikir olarak bile Diriliş’ten daha güzel ve daha canlı…

Kunsthistorishes Museum Gustav Klimt Wien Vienna Austria

GUSTAV KLIMT, SANAT TARİHİ MÜZESİ, VİYANA

Bir sevgilim olsun isterdim, yüzü ve elleri Mona Lisa’nınkiler gibi. İsterdim, Manon Lescauld gibi havai olsun, bana fesat ve ahlaksızlık telkin etsin!
İsterdim, arkasında bir malakof fistan olsun ve ayağında kirli, beyaz, ipekli bale pabuçları…
İsterdim, vücudu bir haşarı kız çocuğununki gibi ekşi ve soyunduğu zaman, bir akrobatınki gibi oynak olsun…
İsterdim, güzel beyaz bacağını gülerek pembe bir ponponla pudralasın.

Chora Church Istanbul Turkey Orthodox Catholic Christian Mary

KARİYE MÜZESİ, İSTANBUL

Bizans mozaiklerindeki o dokunaklı güzellik nedir? Uzun yüzlü, geniş gözlü insanlar başka bir dünyanın yaratıklarına benzer. Yüzlerindeki ifadede bir süreklilik var ki başka hiçbir uygarlıkta eşine rastlanmaz. Bizanslı usta bu sürekliliği acaba nereden bulup çıkarmış?

Tchaikovsky's House Klin Russian Federation

ÇAYKOVSKİ’NİN EVİ, KLİN, RUSYA FEDERASYONU

Anna Karenina’yı o kadar merak etmeme neden Tolstoy mudur, Garbo mu? Hangisini daha önce bildim kestiremem. Fakat Garbo’ya benzeyen bir Anna Karenina tahayyül ederim … Yüzü incecik bir pike tülle yarı örtülü, gözleri ateşli ve ayakları botlu… Tolstoy’un İmmoralizm’indeki özellik ciltler dolusu kitap yazmasına rağmen okuyucuya hayal olanağını sağlayabilecek yeri boş bırakmasında mıdır?

Tchaikovsky's House Klin Russian Federation

ÇAYKOVSKİ’NİN EVİ, KLİN, RUSYA FEDERASYONU

Bay Karenin namuslu bir adamdır.
Anna Karenina, bir zina kadınıdır.
Fakat kadını, kocasının ahlak severliği öldürmüştür…

Hierapolis Phrygia Turkey Denizli Archaeological

HİERAPOLİS, FRİGYA, DENİZLİ

Dostoyevski’de değişen hiçbir şey yoktur – tip, konu, tema aynıdır. Yarı karanlık bir dünyada kötülüğü daima akıl hazırlar, aklın yarı yok olduğu ihtiras gerçekleştirir, tamamen iflas ettiği aptallık affeder. Ne yaptığını bilmez bir Slav kadınlığı da sık sık çağırır ve daima süsler. Bu Suç Ve Ceza’da da böyledir, Karamazov Kardeşler’de de, Aptal’da da.

Bu ünlü yazar için diabolik artist denir. Fakat acaba ondaki diabolizm ayrı ayrı kitaplarla sunulan daima belirli bir temadaki biteviyeliğin yarattığı bir ruh bezginliğinden başka bir şey midir?

Sultanahmet Istanbul Turkey Mosque

SULTANAHMET MEYDANI, İSTANBUL

İsviçre’den yıllarca önce Aşkı-Memnu’nun yazarına gönderdiğim mektupta Avrupa’daki en büyük tesellimin kitapları olduğunu bildirmiştim. Gerçekten de Ahmet Cemil, Mualla, Nihal, Bihter, Doktor Ömer Behiç ve bir bekar odasında kopçalı botlarını silkerek çıkartan Neyyir ve diğerleri hiçbir zaman unutulmayacağa benziyor. Bana verdiği cevapta “Zannederim” demişti, “Aşkı-Memnu’nun edebi kıymeti hakkında fazla mübalağa ile mütehassis olmuşsunuz. Sahte bir tevazua hamledilmemesini rica ederek söyleyeceğim ki benim bu eserlerimin Avrupa üstatlarının edebi eserleriyle mukayeseye tahammül edebilecek hiçbir meziyeti yoktur. Bu olsa olsa, sizin ırkınıza, lisanınıza, uzak kaldığınız bir muhite – ki vatanınızdır – olan nisbeti saikası ile sizde hususi bir tesir hasıl etmiştir. Bundan şikayet edecek olan ben değilim. Bilakis, bana genç bir sesin muhabbet getirdiği bu hadiseyi edebi hayatımın en teselliyet veren mükafatlarından biri olarak telakki ettim, size teşekkür ederim…”

Bilmem, büyük usta haklı mıydı? Diğer tesellilerim de Oscar Wilde’in Ravenna’sı, Dickens’ın romanları ve İhtiyar Zenci Joe şarkısı gibi hep eski şeylerdi…

Bostancı Istanbul Turkey

BOSTANCI’DA BİR YALI, İSTANBUL

Ahmet Rasim babamın dostu idi. Kocaman başı, kalın gür kaşları, altın çerçeveli gözlükleri arkasında alev alev yanan gözleri, pos bıyıkları, babacan hali, boş verir tavırları ile hatıralarımda eski bir Nietzsche gravürüne benzer. Onda hep o tip adamlarda rastlanan şuh çizgiler görülür: “İnce kağıtlara sarılmış tavus tüyleri, altın varaklar, kapağı uzunlamasına açılan kutu içinde tebeşirler, pafta pafta aktardan alınmış, fakat kullanılması zamana bırakılmış türlü türlü yapıştırmalar” benim de okul çantamı dolduran şeylerdi… Fuhş-u Atik ve Fuhş-u Cedit belki de en içli bir adamın otobiyografileridir. Darüşşafakayı, ben biraz da Ahmet Rasim’den dolayı severim.

Bilmem Halid Ziya eskidi mi? Fakat Ahmed Rasim ile Hüseyin Rahmi tazeliklerini hala koruyorlar. Hüseyin Rahmi’nin anlattığı mahallelere ve insanlara yabancı değilim. Voltaire’in gülümseyen bir resmini görünce: “Bu kocakarı da ne gülüyor? Hay bunak hay” diye hiddetten küplere binen, bir nü röprodüksiyonu karşısında: “Aman bu da ne? Cascavlak bir karı! Ne de yuvarlak bir kıçı var!” diye çığlığı basan Azize ve benzerleri, Zarafet Bacı, Eleni, Rabia, Meftun ve Raci, o sıcak ve renkli Madam Makferlan ve sülün gibi incecik Madam Şehim, Anjel, Dehri Efendi, Amca Bey, Ermeni modist, Meryem Dudu, Saffet Hanım’lar hemen hiçbir şey kaybetmeden yaşamaktadırlar…

Eminönü Istanbul

EMİNÖNÜ, İSTANBUL

Orhan Veli bana daima çocukluğumu hatırlatır:
“Yosun kokusu! Ve sahile çekilen dalyan direkleri
Sahilde yaşayan çocuklara – Hiçbir şey hatırlatmaz…”
Onu daima boş verir göründüğü şeylerdir kurcalayan:
“İçinde kötülük yok, biliyorum…
Yok! Benim de yok amma!…”
Ağacım, Hoy-lu-lu, Saka Kuşu, Fena Çocuk, hep çocukça şeyler! Fakat hayatta bize kalan en değerli hazineler de çocukça şeyler değil midir?

Agva Istanbul Turkey Seagull

ÖĞLE YEMEĞİ TELAŞI, AĞVA

Sait Faik Abasıyanık’ı bana Doktor Fikret Ürgüp tanıştırdı. Onu o güne kadar değil okumak adını bile işitmemiş olduğuma Doktor Fikret hayret etti ama kestane saçlı, mavi gözlü, çilli bronz yüzlü adam bunu gayet tabii karşıladı… Yüzünün ifadesindeki mahzun tevekkülü hiçbir zaman unutamayacağım… Semaver’i okuduktan sonradır ki iddiasız adamdaki yüce tarafı sezer gibi oldum…

Ayvalık Turkey Landscape Sunset

AYVALIK’TA GÜNBATIMI

Ölümünden 15 gün önce yazdığı bir mektupta Coleridge şöyle der: “Ölüyorum, fakat çabuk kurtulacağımı hiç zannetmiyorum! Geçmiş hayaller ve hayatın ilk sahnelerinin, Gençlik ve Ümit’in baharla dolu adalarından esen rüzgarlar gibi şu son günlerde zihnime dolu vermesi tuhaf şey! …

Gençlik ve Ümit bu hayal gibi dünyanın iki gerçeği – Aşkı katmıyorum. Çünkü Aşk, Gençlikle Ümidin sarmaş dolaş olması ve tek olarak gözükmesinden başka nedir ki? Gerçekler diyorum, çünkü gerçek, İlyada’dan alelade bir hülyaya kadar bir derece işidir…”

Apollo Belvedere Vatican Italy

APOLLO BELVEDERE, M.Ö. 300, VATİKAN

Çekik burunlu, hülyalı bakışlı ve kadın dudaklı Apollo yüzleri güzel fakat ahlaksız…

Chora Church Istanbul Turkey Museum Orthodox Christian Mosaic

KARİYE MÜZESİ, İSTANBUL

Bizans ve Pontifikal Orta Çağ uygarlığı bana neden Yunan’dan daha eski görünür?

Saint Peter Dome Vatican

SAINT PETER KATEDRALİNİN KUBBESİ, VATİKAN

Vatikan’da, tüniğini kaldırıp da kalça gösteren kadının işi ne?
Bu Yunan’ın etkisi midir yoksa ilk kilisenin ahlaksızlığı mı?

Red Granite Head of a King Egypt Archaeological

KIRMIZI GRANİT KRAL BAŞI, M.Ö.1390, TEB, BRITISH MUSEUM, LONDRA

Yunan da Etrüsk de bana yakın, fakat Mısır eski, çok eski… Yunan’ı ve Etrüsk’ü anlıyor fakat Mısır’da eziliyorum. Etrüsklerle yaşamış gibiyim, fakat bir çocuk aczi ile bakıyorum Mısır’ın acı güzelliğine – yayılmış, her yanı kaplayan erkek vücudu gibi zengin, ağır, başka ve o kadar yabancı plastiğine…

Ramesses II British Museum London England

II. RAMSES, MÖ 1270, BRITISH MUSEUM, LONDRA

Piramitlerin yanında kameraya poz veren blucinli Anglo-Sakson kızı geçmişin bir daha gelmeyeceğine işaret ediyor ama, sonsuz kum denizine doğru akıp giden kervana bakarken hiçbir ‘evolution’ olmadığına inanıyorum…

Knokke Belgium

KNOKKE SAHİLİNDE BİR AFRİKALI, 1983, BELÇİKA

Beyaz ırk istediği kadar övünsün!…
Zenci olmasaydı caz olmayacaktı.
Zenci olmasaydı ne modern müzik ne de plastik sanatlar olacaktı…
Gauguin’in motifleri zencidir! Picasso, zencinin biridir…
Existentialisme, Sartre’ın buluşu değil, bir zenci felsefesidir.

Edgar Degas

EDGAR DEGAS: BANYODAN SONRA, ULUSAL GALERİ, LONDRA

Degas’nın tablolarındaki anilik, acaba modelini en dalgın olduğu bir zamanda yakalamasında mı saklıdır? Artist, stüdyosuna leğen ve benyuvarlar koyar ve modeli yıkanırken anahtar deliğinden gözetleyerek resmini yaparmış! Bütün o Degas’lardaki özel mahremiyetin sırrı sadece burada mıdır?

Bostancı Istanbul Turkey

ESKİ VAPUR İSKELESİ, BOSTANCI

Geçmiş günlere bakmanın tehlikeli bir şey olduğu söylenir… Fakat buna rağmen, geri dönüp geçmiş günlere bakmaktan kendimi alamıyorum…
Orada, hayrete değer buluğ çağımın çılgınlıkları ile yüz kızartıcı gevşekliklerinden başka bir şey görmüyorum ki…

British Museum London England

KEMİK ZARLARLA OYNAYAN KIZ, MS 2.YY, ROMA HEYKELİ, BRITISH MUSEUM, LONDRA

Bilmem, ben onu binlerce, yıl önce görmüş de mi sevmiştim? Acaba büyük bir günah işlemiş de Tanrıları mı öfkelendirmiştik?
Rüyalarımda neden sık sık Korent veya Sibadis’de buluşur da o kadar ızdırap çekerdik?
Onda hiçbir olağanüstülük olmadığı halde ona karşı olan zaafım gözlerindeki güneş ve yüzündeki haşarı oğlan çocuğu ifadesi ile bana sadece çocukluğumu hatırlatır olmasında mıydı?
Maçka taraflarında zengin çiçeklerle süslü bir bahçeydi bahçesi ve bir eski zaman tapınağına benzeyen evinin kapısı yine aralıktı! — Onu son kez görmeden oradan geçip gideceğimi o kadar iyi biliyordum ki…

Hagia Sophia Istanbul Museum Church Turkey

AYASOFYA MÜZESİ, İSTANBUL

Ayasofya’da ne var onu o kadar muhteşem gösteren?
Al kanatlı kelebeğin Kaariye’de işi ne?
Süleymaniye’yi hangi görünmez şamdanlar aydınlatır?

Prince Islands Istanbul Turkey

HEYBELİ’DE BİR VİRANE, İSTANBUL

Gözlerimin önünden Ermeni camcılar geçiyor.
Çini, al ve pembe renkleri camlara bu adamlar aktarmışlardır.

Leeds Castle Kent England

LEEDS ŞATOSU, KENT

Beni sıkan kadroları nasıl kırıp parçalamalı?
Fakat bilinmedik ülkelerde beni yeni hayal kırıklıklarının beklemediği nereden belli?

Balıkesir Turkey

ALTINOVA, AYVALIK

Beni eski şeyler mahvetti… Eskimiş şeylerde hiçbir fayda yok! Üstelik insan yaşama gücünü kaybediyor…
Eski şeylerin hepsine veda etmek istiyorum! Ben de Perulu dev gibi Güney denizlerindeki bir adanın ormanları içine kendimi gömmek, istediğim gibi yaşamak, istediğim gibi sevişmek, istediğim gibi şarkı söyleyip yok olmak istiyorum…
Haydi Polinezya kızları! Papeete bulvarının İngiliz artıkları, Fransız piçleri, yanıma gelin!… Haydi Bougainville orospuları, buraya koşun! Görmüyor musunuz işte ben de yok olmak istiyorum! Ama onların istediği gibi değil de kendi bildiğim gibi…
Hiç olmazsa kendi bildiğim gibi yaşayıp ölmek istiyorum…

Artemis Istanbul Archeology

ARTEMİS, MÖ 2.YÜZYIL, MİDİLLİ, İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ

Bilirim, o bir Artemis kadar iri ve güzeldir…
Bilirim, renkli ve tazedir ve toz pembe vücudunun girintili yerlerinde saklı baharlar dünyanın hiçbir ülkesinde yetişmez…

Artemis Istanbul Archeology

ARTEMİS, MÖ 2.YÜZYIL, MİDİLLİ, İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ

Fakat ne yapabilirim ki?
Francis Thompson “aşk kaybın elçisidir” der. Bunu bana o öğretti ve sonra da nar rengi topukları ile bir kıra doğru uzaklaşıp gitti…

Acarlar Longozu Turkey

ACARLAR LONGOZU, SAKARYA

Ben yoksa daima bilmeyeceğim kadını ve olmayacağım yeri mi seveceğim?
Hayır Milolu hayır!… Sen de güneş gibi parlak fakat bir o kadar doyurucu ve bıkkınlık vericisin…

Delphi Greece

DELPHI, YUNANİSTAN

Nasıl bir susuzluktur ki bu, kafamda daima büyük bir harita kat kat açılır? Gözlerim kapalı, sinirlerim gergin, yarı uyanık yarı uykuda, arkası üstü uzanmış ve bütün dikkatim kafamın içindeki haritada toplanmış olduğu halde uzun yolculuklara çıkarım…

Venedig İtalya

VENEDİK

… Hayır, kutupları istemiyorum ben! Buz mağaraları ve penguenler yalnız resimlerde güzel. En iyisi Avrupa! Evet, yine de şu beğenmediğimiz Avrupa!… Fakat birbirinin benzeri milyonlarca insanın kaynaştığı bu ufacık kıtanın neresinde barınmalı? Harita yine kat kat açılıyor ve ben ateş gözlerle beynimin içine bakıyorum… Hayır, Paris sokaklarında ihtilal çıkarmak sevdasında değilim. Asılarak öldürülmüşler havada dans ede dursunlar! Voltaire’e katılıp Potsdam’da Büyük Frederik’e dalkavukluk yapmanın da anlamı yok! Ben Mireabeau’nun iğrenç öykülerini dinleyeceğim! Bu çopur suratlı politikacı, yeryüzünün en iğrenç herifidir. O da Marat gibi bayağıdır. Napoleon fazla bodur, Katerina fazla hırslı!… Mallarmé’nin Salı geceleri toplantılarından zevk alacağımı hiç ummuyorum! Hem bu adamlar daima şiirlerinde güzeldir, özel hayatlarında ne kadar mahdut!

Sacre Coeur Paris France

SACRE COEUR, PARİS

“Ten yavan ve ben bütün kitapları okudum’…” Bu dizeyi o yırtıcı bir kuşa benzeyen öğretmen bozuntusu herif nasıl yazabilmiş? “Zambakların açtığı sıcak toprağı ısırmak” niyetinde değilim, fazla mezar kokuyor!… Hayır! Hayır’ Gauguin’in hakkı var! Ressamlar yazarlardan daha ilgiye değer… Ben Delacroix’yı tercih ederim. Onun Hürriyet tablosundaki tipler ne kadar güzeldir? Hele bayrağı elinde tutup da yürüyen kadının yüzü ve göğüsleri de pek nefistir!… Bilmem, yalnızca bir yüz ve göğüs sorunu mudur bu? Fakat be onu, Odalisk’e bile tercih ederim!… Sarah Bernard’ı ve Pére Lachaise’deki ölüleri rahat bırakalım!… Antikitenin yedi akıllısından biri: Ölüler hakkında konuşmayın’ der… Fransa’da yapacak fazla şey yok! Almanya’ya mı gitmeliyim? Almanya malum! Fazla bira, fazla sarı ve fazla asker!… Lohengrin’i çalıyorlar! En iyisi bir Bohemya parkında Beethoven’la bir olup karatavuklara kulak vermek!… Mısır koçanları ile dolu sapsarı badanalı lokantalar beni hasta eder…

Tower Bridge London England

TOWER BRIDGE, LONDRA

İngiltere’de iş yok! Karanlık Kule’ler, Kanlı Kule’ler, Asırlık Karga’lar ve sadik çocuk oyunları onların olsun!… Ben Mary Stuart’ı severim! Onunla bir odaya kapatılmak isterim!… Fakat galiba Joseph Conrad’ı ondan daha fazla severim! Onunla her an uzak bir yolculuğa çıkılabilir. Bilirim o, mükemmel bir deniz kurdudur, bütün denizleri bilir ve Jack London’dan daha akıllıdır… İskandinavya’da oturmak için ruhsuz, iri yarı İskandinav kadınlarını sevebilmek için de fazla aç gözlü olmak gerek…
İsviçre fena değil! Fakat yeknesak!… Cenevre, Lozan, Montrö, Vevey!… Ben Alpler’in büyüsünü Musset gibi Brig’de duydum… Muazzam dağların eteğinde ufacık bir İsviçre kasabasıdır bu ve akşamları garda, ham vücutlu dağ kızları piyasaya çıkar!… Brig! Brig!… Bilmem orada oturmaya değer mi? Kıpkızıl saçlı bir kızdı o ve dilinin kekre bir tadı vardı…

Orvieto Italy

ORVIETO’DA BİR SOKAK

Sonra. İşte birden Orta çağdan kalma bir şato karşısındayım!.. Eski, büyük mazgallı duvara akşam güneşi vurmuş! Vaktiyle Byron galiba orada oturmuş. Byron Cenevre’de de oturmuş. Rivayet ederler ki İngiliz kocakarıları onun balkona asılı iç çamaşırlarını gözetlerlermiş!… Fakat İtalya galiba daha cana yakın!… Orada ben ne tatlı, ne renkli köşecikler gördüm!… En güzel kadını da orada, Maggiore gölü kenarında gördüm. Sapsarı saçları, yemyeşil gözleri, bronz bir vücudu vardı ve koltuk-altları kahverengi tüylerle gölgelenmişti!… Fakat o da bir Fransız’dı işte! Kadınlar ve tapınaklar!… Floransa tunçları, Roma freskleri… Ve işte San Mark mozaikleri… Avrupa şehirlerinde başıboş dolaşıyorum. Kah Oslo, kah Rotterdam, kah Kopenhag’dayım!… Rubens, Rembrandt, Van Dyck ve Van Gogh’ların memleketi renk renk! Rubens’le bir olup Katerin dö Medici’ye kur yapıyorum!… Bir ara Rembrandt’la bir Yahudi mahallesinde dolaşıyorum!… Antikacı dükkanları benim için çok eğlencelidir… Van Dyck’in sapsarı tabloları, direk ve yelkenlerle dolu limanları Turner’in dalyanları ve ateş yakan gemilerinden daha güzel…

Orvieto Italy

ORVIETO’DA BİR SOKAK

Fakat Kızıl Deli beni rahat bırakmıyor ki! Herif, Arles diye tutturdu!… Gar kahvesinde sütlü kahve içecek değiliz ya! Arles’deki sarı evde oturmak için deli olmak lazım… Louis’nin kerhanesine gidiyoruz! Herifinki orada! — Raşel! Raşel! Arlesli küçük Orospu! Bak sana ne getirdik? Başka yerimizi kesemezdik, kulağı kestik!… Nasıl, beğendin mi bu sürprizi? Basit bir cerrahi müdahale oldu bu! Hem de usturayla, evet senin şu bildiğin ve o kadar ustalıkla kullandığın usturayla…
Hayır, hayır! Avrupa’dan ve Avrupa’dakilerden hayır yok…
Fransa eski, İtalya basık! Alpler sıkıcı – Polonya tatsız!… Ben Avusturyalıların hafif havalarını, Macarların açık mavi, nemli gözlerini sevmem. Slav ülkeleri fazla sisli!.. Bilmem ne yapmalı? Bana hiçbir şey, bir şey demiyor!… Uzun gömlek, çıplak göbek ve siyah file çoraplı insanlarla kavlarından da bir şey anlamıyorum…

Antalya Archeology Museum Turkey Dancer

DANSÖZ, 2. YÜZYIL, PERGE

Şu kaba saçlı, vahşi gözlü, kaba ağızlı, kalçaları bir odalığınkine benzeyen dişi karşısında erkek nedir ki? Uygarlık ilerledikçe erkek kadına yaklaşacak yerde kadın, şahsiyeti gelişen erkeğin gözünde galiba daha da erişilmez bir yaratı haline girmiş, tek başına plastiği ile kendini ona dayatabilmiştir. Güzelliği bir Amazonunkine, koltuk-altları “gölgeler körfezi”ne (Rimbaud), tükürüğü “Bohemya şarabı”na (Baudelaire) benzetilmiş ve ona karşı duyulan açlığa bambaşka bir anlam verilmiştir. D. H. Lawrence Manifesto’da “Sonra, der, öteki açlık geldi. İnsanı kemiren açlık, Bedenimin içi, beden diye bağırıyordu. Mide, hatta kafa açlığından daha korkunç, daha derin, ölümden beter, daha kızıl, daha gürültülü bir açlık: Kadın Açlığı. Bir açlık ki ya yatıştırılmalı ya da yok olup gitmeliyiz.”

London England

OTOBÜS DURAĞINDA SABAH MAKYAJI, LONDRA

Ahmed Haşim, örtülü kadını çıplak kadından daha tehlikeli bulur. Ona göre çıplak Afrodit heykeli, örtülü Meryem tasvirlerinden çok daha temizdir.
Rıza Tevfik, göl boylarında dolaşan uzak, belirsiz kadın şekillerini sever.
Sait Faik’teki bir proleterdir ve zevk proletaryalaşmıştır. Fatma’nın bacakları, diye yazar, hele tahta silerken görülmemiş şeylerdi. Ne sinemalarda ne de sarhoş Mehtap’ta böylesini görmüştü.
Orhan Veli bizi bir iki çizgiyle kadının ipekli atmosferi içine sokmayı bilir: “Bir elinde cımbız, bir elinde ayna, umurunda mı dünya?” diye sorar….

Sappho Istanbul Archeology Museum Turkey

OZAN SAPHO, ROMA DÖNEMİ, İZMİR

Faon’un kaçtığını öğrenen Safo, çılgına döndü. Sicilya’da, Sicilyalı kadınları da baştan çıkaracağını düşünerek kalbi müthiş bir kıskançlıkla doldu. Ovid ona şöyle söyletir: “Şimdi Sicilyalı kadınlar senin avın olacak. Benim artık Lesbos’da işim ne? Bir Sicilyalı olmak isterdim.”
Gerçekten de kendisini Lesbos’a bağlayan bağ kalmamıştı. Kardeşleri ile arası bozuktu, kızı Kleis artık 30 yaşında evli bir kadındı. O da limanda duran bir gemiye binerek önce Korent’e gitti. Oradan Siraküze’ye giden bir gemiye bindi. Korfu adasına varmadan önce Lökas kayalıkları ile karşılaşılır. Bu kayalıklar Lökas adasının güney batısındadır ve denizden itibaren beyaz bir duvar gibi göklere yükselir. Bir efsaneye göre o kayalıklardan kendisini denize atan kimse kara sevdadan kurtulur. Safo da herhalde bu efsaneyi duymuştu. Kayalıkların manzarası ile karşılaşınca Faon’u takip etmekten vazgeçti.
Gemi Lökas’a varınca indi, kayalıklara doğru tırmandı. Tepeden aşağıya “beyaz köpüklü dalgalarla kaynaşan uçuruma baktı.” Belki de ölmez şiirlerinin kendisini koruyacağını düşündü. Birkaç adım geriledi ve sonra hızla koşarak kendisini uçurumdan attı. Olay Milattan önce 555’de gerçekleşti.