ATTALEIA
Attaleia Bergama Kralı II. Attalos tarafından M.Ö. 2. yüzyılda kuruldu. Doğu Akdeniz ticaretini ele geçirmede Side’ye rakip gelmişti. Kayalıklarla çevrili limanı ve surlarla korunan yapısıyla güçlü bir deniz kalesi görünümündeydi. Bu nedenle korsanların hedefi olmuş ve M.Ö. 133’de onların ellerine geçmişti. Roma İmparatorluğunun bölgeye gelişi bu durumu değiştirdi.
M.S. 130’da İmparator Hadrian’ın kenti ziyaretinin ardından hızla gelişen Attaleia, Doğu Roma İmparatorluğu döneminde de Perge Metropolitliğine bağlı piskoposluk merkezine dönüştü. Eski Attaleia’dan bugüne kalan ise sadece Hadrian Kapısı. imparatorun kente gelişi onuruna inşa edilmiş üç kemerli bir kapı.

FALEZLER, ANTALYA (2015)
Bugün bizler, Tüm Boyların Ülkesi Pamfilya’yı, Profesör Jale İnan sayesinde yaşıyoruz. İlk kadın arkeoloğumuz olan Jale Hanım, İkinci Dünya Savaşının zor günlerinde Berlin’de eğitim gördükten sonra yurda dönmüş ve ömrünün 35 yılını Side ve Perge’ye adamıştır. Bu merkezi ören yerlerinin dışında, Kremna ve Seleukeia Lyrbe, gibi daha ücra sit alanlarında da kurtarma çalışmaları yürütmüş, harabe bir Roma hamamını kendi yarattığı imkanlarla Side Müzesi olarak yeniden hayata geçirmiştir. O, meslektaşı Schliemann gibi, bir hazine avcısı değildir. Ne Priam Hazinesinin peşinde Truva’yı gaddarca göbeğinden yarmış, ne de işleri kendi kararınca yürütebilecek maddi olanakları olmuştur. Onun için hazine, antik uygarlığın kendisidir. Hiç usanmadan üstünde yaşadığımız toprakların zengin kültürüyle tanıştırmıştır bizleri. Günümüzde bazılarının “taş parçası” olarak adlandırdığı unsurları birleştirmiş ve insanlığın geçmiş kültürünü gelecek kuşaklarla buluşturmuştur.
1914 doğumlu Jale İnan Cumhuriyeti kuran onurlu kuşağın ta kendisidir; aynı zamanda da Pamfilya’nın gerçek kraliçesi.

DANSÖZ, 2. YÜZYIL, PERGE
Antalya Müzesinin simgesi haline gelen dans eden kadın heykeli, 1981 yılında Perge’nin Güney Hamamında bulundu. Heykelin dönüş hareketini çok açıkça simgelemesi ve eteklerinin havalanmış olması ona “Dansöz” adının yakıştırılmasına neden oldu. Sayısı yüz üçü bulan siyah ve beyaz mermer parçanın birleşmesiyle yapılmış 2. yüzyıla ait bu Roma dönemi kopyası, müzenin İmparatorlar Salonunda sergilenmektedir.
Antalya Müzesi bir bölge müzesi niteliğindedir. Koleksiyonundaki eserlerin büyük bölümü bölgede yapılan kazılardan elde edilmiştir. Etnografik eserler de yine bölge müze uzmanları tarafından derlenmiştir. Salonlarında Antalya topraklarının binlerce yıllık geçmişini yansıtan eserler sergilenmektedir. Müze, bölgedeki üç büyük antik uygarlığa, Pamfilya, Pisidya ve Likya’ya ev sahipliği yapmaktadır. Özellikle Perge’de bulunan Roma Dönemi heykeltıraşlık eserleri sayesinde de, dünyanın en önemli müzelerinden biridir.

HERAKLES LAHDİ, 2. YÜZYIL, PERGE
Yunanlıya Herakles, Romalıya Hercules, Türke Herkül.. Adı çok, ama öyküsü tek. Tanrı Zeus ile ölümlü Alkmene’nin yarı-tanrı oğludur. İnsan üstü gücüne rağmen üvey annesi Hera’nın nefretinden ve kıskançlığından ömür boyu kurtulamaz. Onun büyüsüyle çıldırıp üç oğlunu öldürmesi ertesinde, bu günahından kurtulmak için hayatının sonuna kadar uğraşacaktır. Günahtan arınma yolculuğunda kendisine verilen on iki imkansız görevi başarması insanüstü bir gücü gerektirir. Herakles’in babadan gelen bu tanrısal gücünün, insani tarafını temsil eden arınma isteğiyle birleşmesi, Yunan mitolojisinin engin öykü anlatma geleneğine özgün bir kimlik daha kazandırır.
Bizim Herakles heykelimiz, M.Ö. 330-320 yıllarında Lisippos tarafından yapılmış bronz orijinalin M.S. 3. yüzyılda mermerden yapılmış Roma dönemi kopyasıdır. Profesör Jale İnan’ın ısrarlı takibi sonucu bu heykel Perge Herakles Farnese (Pergeli Yorgun Herkül) olarak tanınmıştır. Heykelde Herakles’in kaslı vücudu, on ikinci görevin de tamamlanmasıyla, bitkin düşmüş görünmektedir. Yarı-tanrı yorgun bedeniyle topuzuna yaslanmıştır. İlk görevinde yendiği ölüm saçan aslanın postu ile, tercih ettiği silah olan topuz onun simgeleridir.

HERAKLES, 2.YÜZYIL ROMA DÖNEMİ KOPYASI, PERGE
Heykelin alt yarısı 1980 Perge kent kazıları sırasında Güney Hamamında bulunmuştur. Halk arasında dolaşan dedikodulara göre heykelin üst yarısı ABD’ye kaçırılmıştı. Sürülen iz sonucu üst yarının Boston Güzel Sanatlar Müzesinde olduğu ortaya çıktı ve Jale İnan bunu Amerikalı müze yetkililerine kanıtladı.
Bu tarihten itibaren 21 yıl süren görüşmeler ve hukuki girişimler sonucunda Herakles nihayet evine geri döndü. Yarı-tanrı dönmüş ve evin başköşesine yerleşmişti, üstelik mitolojik bir öyküde değil, gerçek hayatta. Ama iki parçanın birleştirilerek Herakles’in Antalya Arkeoloji Müzesinin başköşesine yerleştiğini görmeye Profesör İnan’ın ömrü yetmemişti.

MARSYAS, 2. YÜZYIL, PERGE
Perge’de bulunan 2. yüzyıla ait bu heykel, kibirli satir Frigyalı Marsyas’ın sayısız temsillerinden biridir. Athena’nın, üflerken şişen yanaklarının kendisini çirkinleştirdiği düşüncesiyle fırlatıp attığı flütü bulan satir Marsyas, bunu çalmayı öğrenir. Hem de ne öğrenmek! Zaman içinde giderek yetkinleşen satir yaptığı müzikle böbürlenerek kendini Büyük Usta olarak görür. Önünde sonunda basit bir satir olduğunu unutan Marsyas, lir üstadı tanrı Apollo’yu yarışmaya davet eder. Apollo’nun soylu lirine karşı Marsyas’ın kırsal flütü: insanoğlunun yüzyıllar boyunca karşısına çıkacak, Herodot ve Ovid’den başlayıp Rafael, Tiziano ve oradan da Nietzsche’ye kadar varacak olan ikilem…
Bir yanda aklı temsil eden Apollo, diğer yanda, içgüdü ve duyguların kaosu olan yeraltı tanrısı Dionisus. Amerikalı yazar Camille Paglia sanat ve kültür kuramına taşır bu ikilemi. Nefertiti’den Emily Dickinson’a Sanat ve Dekadans alt-başlıklı Cinsel Kimlikler kitabında Batı kültürünün antik çağlardan günümüze kesintisiz devam eden bütünlüğünü göstermeyi hedefler. Türkçeye de çevrilmiş olan bu devasa yapıtta Apollo hafiftir, ışıl ışıldır, erkektir, bekardır, androjendir; Dionisus’un dünyası ise yeraltındadır, dişidir, vahşi doğadır, doğurgandır. Batı kültürü, insan tarafından başlangıç noktasında verilen işte bu mücadeleden beslenir.
Apollo, Marsyas’la yarışmayı kabul eder, ama bir şartı vardır. Kazanan, karşı tarafa dilediğini yapmakta serbest olacaktır. Marsyas’ın ezgileri Apollo’yu aşar gibi olurken, tanrı lirini ters çevirip çalmaya başlayınca, Marsyas da aynı şekilde yanıt vermek ister. Ama flütün bu şekilde çalınması olanaksızdır. Yarışmanın hakemi Midas, gene de Marsyas’ı seçer. Anlaşılan Apollo kralın iyi duyamadığını düşünmüş olacak ki, Midas’ı o ünlü eşek kulaklarıyla cezalandırmıştır. Marsyas’ın sonu ise daha beterdir. Apollo, Celaenae (Dinar) civarında bir mağarada onun derisini yüzdürtür.
Yüzülen derinin de Aulocrene Gölü (Karakuyu Gölü) yakınlarında bir çam ağacına asılmasını emreder. Ovid’e göre, Marsyas’ın satir kardeşlerinin, su perilerinin, tanrı ve tanrıçaların onun arkasından döktükleri gözyaşları Firigya’daki Marsyas nehrini oluşturur (Suçıkan Pınarı). Bir başka anlatımda ise, Maryas’ın kanı nehre dönüşecek ve Celaenae yakınlarında Meander (Menderes) Nehrini besleyecektir. Marsyas’ın dersinin yüzülmesi öyküsü ilerleyen yüzyıllarda pek çok resim ve heykele konu olacaktır. Marsyaslar var oldukça da bu durum sürecektir sanırım.

APOLLO KİTHAROİDOS, 2. YÜZYIL, PERGE

HEKATE, 3. YÜZYIL, YALVAÇ

MARSYAS, 2. YÜZYIL, PERGE
“Apollo Kitharoidos” olarak bilinen bu heykel 1980-81 yıllarında Perge’deki Güney Hamamının Klaudios Peison Galerisinde paramparça halde bulunmuştur. Baş ve gövde kısımları eksiktir, ama lirden anlaşılan onun Lir Çalan Apollo heykellerinden biri olduğudur. Apollo’nun bu temsiline ilişkin diğer örnekler Roma’da Capitoline Müzelerinde görülebilir.
Apollo’nun lir öyküsü, babası Zeus’un çocuklarından biri olan kardeşi Hermes’in daha bir günlükken doğduğu mağaradan kaçıp kaplumbağa kabuğundan yaptığı lirle başlar. Yaramaz Hermes, Apollo’nun sığır sürüsünü çalıp saklar, ancak Hermes’in çaldığı lirin güzel ezgilerini duyan Apollo, onu affeder. Ama lir de Apollo’nun olur. O da karşılığında kardeşine sihirli altın değneğini verir. Ayrıca onu beyaz sürünün çobanı yapar. Rüzgarlı bir günde gökyüzüne bakarsanız eğer, bu muhteşem beyaz sürünün geçişini siz de görebilirsiniz.
Kökeni Anadolu’da olan Hekate, Olimpos’un sakinlerinden daha eski bir tanrıçadır. Yaban yerlerin, doğumun ve yol ayrımlarının tanrıçasıdır. Bunların hepsinin ortak özelliği ‘arada’ olmalarıdır. Yaban henüz zapt edilmemiş olandır; doğum, ölümle yaşam arasındadır, üçlü yol ayrımı ise tüm yönlerin kesiştiği yerdir.
Hekate koruyucu sıfatıyla bu geçiş noktalarını bekler. Tanrıça, ruhlar dünyası ile ilişkisi yüzünden cadıların, kocakarıların, büyünün ve ruhların da kraliçesidir. Yeni ay doğduğunda, yani bu geçiş noktasında, Hekate’ye armağanlar verme adeti, onun gecenin kraliçesi rolünü öne çıkarır. Hekate, bir kadının yaşam evrelerini yansıtan üç yüzü ile temsil edilir: Genç kız, anne ve kocakarı.

DIONISUS, 2. YÜZYIL, PERGE
Halikarnaslı tarihçi Heradot’a göre Dionisus (Bacchus), diğer tanrılardan daha ileri bir tarihte katılır mitolojik öykülere. Araştırmacılar onun yerel bir doğa tanrısı ile, Frigya ya da Trakya’dan ithal bir tanrının karışımı olduğu düşüncesindedirler. Trakya versiyonlarında Dionisus’un üstünde ‘bassaris’ olarak adlandırılan ve yeni hayatı simgeleyen tilki postu vardır. Bir başka anlatıda, Dionisus, Zeus (Jupiter) ile ölümlü güzel Semele’nin oğlu olarak tanıtılır. Zeus, karısı Hera’nın korkusuyla, annesi doğumdan önce ölen cenini kendi uyluğuna diker; bebek de gelişimini orada tamamlar. Dionisus’u Nysa Dağı yağmur ormanlarında yaşayan su perileri yetiştirecektir. Zeus da ödül olarak bu perileri gökyüzündeki Hyades yıldızlarına çevirerek ölümsüzleştirir. Yetişkinliğinde Dionisus yeraltı dünyasına gidip annesini geri getirecek ve onu, diğer tanrı anneleriyle birlikte, Olimpos dağına yerleştirecektir. Dionisus’un adı bazen tanrı Zeus ile Nysa dağının bileşimi olarak, bazen de ‘çifte doğan’ anlamında yorumlanmıştır. Şarabı bulan odur. Ancak diğer tanrılar gibi Olimpos’ta oturmaz. İki panterin (pardalis) çektiği arabasıyla şarapçılığı tanıtmak üzere dünyayı dolaşır durur. Antalya Müzesindeki bu heykelde de Dionisus yanında bir satir ve bir pardalis ile görülmektedir.
Erken dönem Yunan sanatında Dionisus üzerinde kadın elbisesi benzeri bir giysiyle gezinen sakallı ve yaşlı bir tanrı olarak temsil edilir. M.Ö. 5. yüzyıla dek, ne sarhoşlukla, ne de cinsel taşkınlıkla ilişkilendirilir. Ama bu tarihlerde tanrı dönüşüm geçirerek sakalsız bir genç adam olarak çıkacaktır ortaya. Etrafı satirler ve ‘maenad’ olarak adlandırılan içkiyle coşmuş kadınlarla çevrilmiş, karakterinin kötü tarafları açığa vurmuştur. Sonuçta da Dionisus, hem iyiliği, yardımseverliği, şarabın sosyal ve sağlık açısından faydalarını temsil eder hale gelmiştir, hem de sefahat, çılgın eğlence, cinnet, sarhoşluk ve seks alemlerini.
Dionisus ölümden sonraki dirilişi de temsil eder. Bu anlamda, İsa’nın bir ön habercisidir. İsa ile benzerlikleri bu kadarla da kalmaz. İkisi de baş roldeki tanrının oğludur, ikisinin de annesi bakiredir. Tıpkı İsa gibi, Dionisus’un da doğumu olağan dışıdır, Semele Zeus’un fırlattığı bir yıldırımla hamile kalmıştır. İkisinin de şarap yapabilme yeteneği vardır. İsa Kana’daki düğünde suyu şaraba çevirir, Dionisus da şarabı icat edip çevresine öğretir. Ayrıca ikisi de, öteki tarafa gidip üç gün gibi kısa süre içinde geri gelirler.

SANDAL BAĞLAYAN HERMES, 2.YÜZYIL, PERGE

HERMES, 2. YÜZYIL, PERGE
Hermes (Mercury), Zeus’un, Atlas’ın kızı Maia’dan olan oğludur. Oldukça haşarı bir velet olan Hermes’in, ‘Tanrıların Habercisi’ sıfatını kazanması, Zeus’un armağanı bir çift altın kanatlı sandaletle olur. Bunların sağladığı hız, Hermes’in görevini de belirler. Mitolojik öykülerde Hermes, Zeus’un kendisine çeşitli görevler verdiği bir haberci olarak çıkar karşımıza. Ölülere Styx nehrinin yolunu gösteren odur, Zeus’un sevgililerini kıskanç karısı Hera’nın hışmından korumak da onun işidir. Dünya, cennet ve yeraltı dünyası arasında gidip gelen tek tanrıdır Hermes.
Bu yakışıklı genç tanrının ilişkilerinin en ünlüsü Afrodit ile olanıdır. Afrodit’in Hermes’le birlikte olmaya rıza göstermesi için Zeus da yardımcı olur kendisine. Bir kartal yollayıp sandaletlerini çaldırır tanrıçanın. Hermes de bunları Afrodit’e geri getirince amaca ulaşır. İkisinin ortak çocukları Hermafroditus’un da renkli bir öyküsü vardır. Ovid’e göre çocuk Firigya’daki İda Dağında doğar. Halikarnassos’a gittiğinde Salmacis adlı su perisi ona aşık olur. Hermafroditus periyi ret edecek, ama Salmacis onun peşini bırakmayacaktır. Hermafroditus havuza girdiğinde su perisi onun üzerine atlar ve tanrılara ayrılmamaları için yakarır. Bu istek kabul görünce, iki bedenin birleşmesi sonucu Hermafroditus çift cinsiyetli hale gelir.
Hermes’in adının ‘herma’, yani sınır taşından geldiği düşünülmektedir. Bu nedenle o, sınırların, yolcuların ve çobanların tanrısıdır. Aynı zamanda, güzel konuşmasıyla hatiplerin ve ozanların, hızıyla da atletlerin tanrısı. Hermes, ayrıca ticaret ve icat tanrısıdır. Yunan mitolojisinin tanrıları insani zaaflar taşıdıklarından Hermes’in bir kleptoman olarak bilinmesine şaşırmamak gerek. Dolayısıyla o, hırsızların ve üçkağıtçıların tanrısıdır da.
Eski Yunanca’da uğurlu addedilen bir şeye ‘hermaion’, yabancılara ara buluculuk edene de ‘hermeneus’ denirdi. Bu sözcükler gibi, bugünün gizli anlamları yorumlama sanatı anlamındaki ‘hermeneutics’i de Hermes’in adından gelir. Yüzyıllar boyu Batı sanatı Hermes’i yolculuk elbiseleri içinde, başında şapkası, ayağında kanatlı sandaletleri, elinde de ona her kapının açılmasını sağlayan kanatlı yılanlar sarılı asası olan genç bir adam şeklinde temsil edecektir.
Arkeolog Prof. Dr. Haluk Abbasoğlu bir dergide yayınlanan söyleşisinde heykelin bulunuşunu şöyle anlatıyordu: “1977’de Perge’de antik hamamın girişinde ölçü almaya çalışıyorduk. Sütunlardan birinin dibindeki toprağı hafifçe kazarak düzeltirken, bir anda bir mermer blokun ucu göründü. Kazdığımızda, en heyecan verici heykellerden biri, ‘Sandal Bağlayan Hermes’ çıktı ortaya. Ucu yüzeye o kadar yakındı ki, neredeyse 10 santimetre derinlikteydi… Arkeolojide şans ögesini kim yadsıyabilir ki?”

AFRODİT, ROMA DÖNEMİ, PERGE

AFRODİT, 2.YÜZYIL, PERGE
Afrodit’in doğumuna ilişkin iki farklı anlatım var. Hesiodos’un Theogonya adlı eserinde Kıbrıs adasının Baf bölgesinde deniz köpüklerinden doğmuştur tanrıça. Eski Yunanca’da ‘afros’ deniz köpüğü anlamına gelir. Bu öyküye göre titan Kronus, babası Uranus’u hadım edip cinsel organlarını denize atar. İşte bu sırada oluşan köpüklerdir Afrodit’i yaratan. Bu sahne 1480’lerde Botticelli, ondan üç yüzyıl sonra Fragonard, 1863’de Cabanel, 1879’da da Bouguereau tarafından temsil edilmiştir.
Homerus’un İliyada’sındaki versiyonda ise, Afrodit Zeus ile Dione’nin kızıdır. O kadar güzeldir ki, babası onun uğruna tanrıların birbirleriyle rekabet edip savaşmamaları için Afrodit’i ihtiyar ve topal Hefaistos ile evlendirir. Bu evliliğe rağmen Afrodit’in başka erkeklerle ilişkileri olur. Savaş tanrısı Ares’le ilişkisiden Harmonia (aile ve toplumsal uyum), Phobos (korku) ve Deimos (panik) doğar. Uzun süreli sevgilisi Hermes’den de Hermafroditus. Bir söylenceye göre de, daha doğduğunda ikizlere, yani Himeros ve Eros’a hamiledir. Bazı tasvirlerde Afrodit, bir kuğunun çektiği altın bir arabayla göklerde gezinir. Serçe, kumru ve kuğu Afrodit ile ilişkilendirilen hayvanlardır.
Perge’de 1956 yılında bulunan sağdaki heykel oldukça genç bir Afrodit sunuyor bakana. Pek çok Afrodit heykelinde olduğu gibi bir eli sol göğsüne, diğer eli da kasığına doğru konumlandırılmış. Milattan sonra 2. yüzyıla ait bu heykel, altı yüzyıl öncesinde Praksiteles tarafından yapılmış olan orijinalin bir kopyası.

KALKANLI AFRODİT, 2. YÜZYIL, PERGE
Antalya Müzesinin Tanrılar Salonunda sergilenen bu Afrodit heykelinin eline tutuşturulmuş kalkanın ne anlamı olabilir ki? Bunun yanıtını gene Yunan mitolojisinin masalsı derinliklerinde aramak gerek. Kadın güzellik ve cinselliğinin simgesi olan tanrıça, erkek gücünün sembolü olan savaş tanrısı Ares’i (Mars) cazibesi ile kendisine esir etmeyi başarır. Heykelde, Afrodit sevgilisinin parlak bronz kalkanını kendi güzelliğini seyretmek için ayna olarak kullanmaktadır.
Bu heykelin, zaman içinde kolu kırılmış diğer Afrodit heykellerinin, hatta bunların en ünlüsü olan Milo Venusü’nün de orijinal pozu olduğu düşünülmektedir. Arkeoloji dünyasında, kolu kırık Afrodit heykellerinin kimisinde kalkanın metalden yapılmış olabileceği iddiası da mevcuttur. Afrodit’in işaret ettiği kalkana kazınmış yazıda ise “Claudius Peison beni buraya dikti” deniyor. Anlaşılacağı üzere Claudius heykeli sipariş veren Pergeli zenginlerden.

SERAPİS, 2. YÜZYIL, PERGE

HARPOKRATES, 2. YÜZYIL, PERGE
Serapis (Osiris) 1957-1968 yılları arasında yapılan kazılarda parça parça olarak bulunmuştur. Kendisi, Mısır’daki Ptolemidler zamanında takipçisi bol bir tanrıydı. Kökeni bilinmemektedir. Bir söylenceye göre Mısır Kralı I. Ptolemi rüyasında çok uzun boylu bir tanrı görür. Bu tanrının Sinop şehrinde kutsal sayılan Hades, yani ölülerin tanrısı olduğu söylenir. Ptolemi tanrının heykelini vermesi için Sinop’taki hükümdarı ikna eder ve heykele bir de tapınak inşa eder. Tanrıya, Sinoplu Hades anlamına gelen, Serapis adı yakıştırılır.
Serapis, şifa tanrısıdır. Zamanın siyasi durumu sonucu karma kültürlerin ortak tanrısı olarak ortaya çıkmıştır; hem Hades’le, hem Dionysus’la, hem de Mısır tanrısı Osiris ile bağlantılıdır. Serapis kültü Yunan Roma dünyasına karısı İsis ve oğulları Horus (daha sonra Harpokrathes) ile birlikte taşınır. Başında ölüler ülkesinin sembolu modius, yani buğday ölçeği ile tasvir edilir. Heykelde eksik olan asa, onun hükümranlığını ifade eder. Ayaklarının dibinde de Cerberus, yani Cehennem Köpeği görülür.
Serapis’in İsa ile ilginç benzerlikleri vardır. İkisi de şifa dağıtır ve ikisi de sürünün çobanı olarak anılır. Hristiyanlık Serapis kültünde kullanılan çan, zil, müzik, geçit ve aydınlatma unsurlarını benimsemiştir. Serapis kurbanlık bir boğa, İsa da kurbanlık bir koyun olarak, inananlarının günahları uğruna kurban edilirler.
Oğlu Harpokrates’in heykelinin kaidesindeki yazı “Augustus’un zaferi şerefine Kanapos’un çocukları bu heykeli tanrı Serapis’e adar” diyor. Genç bir erkek olarak tasvir edilen Harpokrates, parmağıyla dudağını işaret ediyor. Diğer elinde bereketi simgeleyen cornucopia var. Annesi İsis, kocası Osiris öldükten sonra dünyaya getirmiş onu. Yunanlılar da Mısır’ın çocuk tanrısı Horus’u, alıp Harpokrates yapmışlar.
Eski Mısır’da Horus yeni doğan güneşi simgeler. Horus her gün karanlığı yeniden yener. Mısır’da da tanrı parmaklarıyla dudaklarını işaret eder. Ama orada bu işaret çocuk anlamına gelirken, Yunanlar bunun sessizliği simgelediğini düşünerek, Harpokrates’i sessizliğin tanrısı ilan ederler.

HERAKLES LAHDİ, 2. YÜZYIL, PERGE
Antalya Müzesinin Lahitler Salonunda Perge’deki nekropolden (mezar alanından) taşınmış örnekler sergilenmektedir. Zenginler arasında moda olan sarcophagos (lahit), et yiyen anlamına gelir.
Bunlar yöre geleneklerine göre ve yöreden sağlanan malzemeyle yapılırlar. Ölüm ve mezarın kişiyi tanrılara ulaştıracağı düşünüldüğünden, genellikle tapınak şeklindedir tasarımları.
Yörede üç tip lahit vardır. Pamfilya tipi çiçeklerle donatılmış, kapakları tapınak çatısı şeklindeki lahitlerde Eros heykelcikleri meyve ve defne yapraklarından şeritler şeklinde süsler taşırlar. Bunlar tiyatro maskeleri ve kötülüklere karşı Medusa başlarıyla donatılmışlardır. Anadolu tipi (Attika) lahitlerin yan yüzlerinde zarif, oyma sütunlar yer alır, sütunların arasına da çeşitli figürler yerleştirilmiştir. Herakles’in on iki görevini temsil eden lahit ile Domitias Philiskas lahiti bu tiptir. Üçüncü tarz lahitler de madalyonlar veya kalkanlarla bezelidir. Kanatlı figürler Medusa başı taşırlar. Yenilerde bir Pisidya kenti olan Termessos’da, bir köpek lahiti bulunmuştur; üzerinde köpeğin isminin Staphanos olduğunu belirten bir yazı vardır.

ARİADNE LAHDİ, 2. YÜZYIL, PERGE
Ariadne Lahdi sadece bir kapaktan ibarettir. Bu kapağın üzerinde de Ariadne, genellikle temsil edildiği şekilde, yani uzanır durumdadır. Ariadne’nin adı ‘saf’ anlamına gelir, ama aslında o, ortasında korkunç Minotaur’un bulunduğu Labirentin Sahibesi’dir.
Ariadne, yarı insan yarı boğa Minotaur’a her yıl verilen kurbanlar arasındaki Theseus’a aşık olunca işler değişir. Genç kadın ona Minotaur’u öldürmesi için sihirli bir kılıç, labirentten çıkış yolunu kaybetmemesi için de bir yumak altın ip verir. Aşıklar kaçarlar, ama Theseus onu Naxos adasında uyurken terk edecektir.

DOMİTİAS PHİLİSKAS İLE DOMİTİAS JULİANUS LAHDİ 2. YÜZYIL, PERGE
Yanları sütunlu Anadolu tarzı Domitias Philiskas ile Domitias Julianus lahdi ‘kline’ denilen yatak şeklinde yapılmıştır. Kapakta uzanan karı kocanın başucundaki Eros heykeli mutlu evliliğe, erkeğin elindeki rulo da, onun bir entelektüel olduğuna işaret eder. Klinenin iki köşesinde de Pan heykelleri bulunmaktadır
Lahdin üç yüzünde onur, bilgelik ve gururu temsil eden kimisi ayakta, kimisi oturan insan figürleri bulunmakta; uzanan kadın da eliyle dostluk işareti vererek geride kalanları selamlamaktadır. Dördüncü yüzde ise, karı koca Hades’in kapısında bu dünyaya veda töreni sırasında görülmektedirler.

AURELİA BOTİANE DEMETRİA LAHDİ, 2. YÜZYIL, PERGE
Aurelia Botiane Demetria Lahdi, 1997’de Perge’nin batı mezarlığından çalınıp satılırken ele geçirilmiştir. Anadolu tipi sütunlu lahitlerdendir. Tıpkı Domitias Philiskas lahdi gibi burada da kapak kline şeklindedir ve üzerinde Aurelia Botiane Demetria ile kocası uzanır durumda görülmektedir. Koca figürünün tamamlanmamış olması, ya adamın o sırada gömülmüyor olmasından, ya da lahdin yapımı için ayrılmış kaynağın tükenmesindendir.
Öteki dünyaya geçiş kapısındaki çift figürü bu lahite de işlenmiştir. Lahdin ilginç bir özelliği ise, Truva savaşlarını tasvir eden yüzüdür. Bu yüz savaşa ilişkin üç sahneden oluşmaktadır: Akhilleus’un Thersites’e öfkesi, Menelaus’un Paris’e meydan okuması, onu alt etmesi ve Afrodit’in Paris’i kurtarması, son sahnede de Menelaus’un Patroklos’un cesedini taşıması.

HERAKLES LAHDİ, 2. YÜZYIL, PERGE
Roma İmparatorluğunun zirve dönemi olan 200 ila 400 yılları arasında tapınak tarzı lahit yapımı yaygınlaşmıştır. Zenginler lahitlerine kendi heykellerini koydurmanın ötesinde, mitolojiden sahneler eklenmesini istemişlerdir. Herakles’in 12 görevi popüler bir lahit temasıdır. British Museum, Konya Arkeoloji Müzesi ve Roma Palazzo Altemps’teki lahitler bunun tipik örnekleridir.
Lahit sahibi gücü ile ün salmış bu tanrı ile kendi adını bağdaştırmayı amaçlar. İlginç olan bir nokta da, Herakles temsillerindeki sakal farklılıklarıdır. Tanrı, yıllar içinde görevlerini başarıyla tamamlarken sakalsız bir gençten tam sakallı olgun bir adama dönüşür. Bu da mezar sahibinin hayat akışına göndermede bulunmayı mümkün kılar.

HERAKLES LAHDİ, 2. YÜZYIL, PERGE
Herakles’in günahlarından arınabilmesi Kral Eurystheos’un on iki yıl boyunca vereceği on iki görevi başarmasına bağlıdır. Herakles’e verilen görevlerin takım yıldızlarla, yani burçlar kuşağıyla ilintili olduğu düşünülmektedir.
Herakles’in ilk görevi Nemea’da kadınları kaçırıp dehşet saçan aslanın öldürülmesidir. Aslanın postuna ok işlemediği için Herakles onu boğarak öldürür ve postunu yüzer. Bundan sonraki serüvenlerinde aslan postu hep onunladır.
İkinci görev Lerna Gölü’nün dokuz başlı ejderinin öldürülmesidir. Herakles başı her kestiğinde yerine iki tane çıkar. Yeğeninin de yardımıyla kestiği her başın kökünü dağlar, son başı da kesip bir kayanın altına gömer.
Üçüncü görev Artemis’in Keryneia’daki altın boynuzlu geyiğinin canlı olarak yakalanmasıdır. Bir yıllık kovalama sonunda hayvanı yakalar. Artemis’le karşılaşınca geyiğini kendisine iade edeceğine söz verir. Eurysteos’a geyiği teslim ederken onu salar, geyik de Artemis’e koşar. Herakles ise görevini tamamlamıştır.
Dördüncü görev Erymanthos’taki yaban domuzunun canlı yakalamasıdır. Gene bir yıllık iz sürme sonunda karların arasında onu yakalar.
Herakles’in beşinci görevi Kral Augeas’ın sayısı binin üstündeki hayvanının ahırlarının bir günde temizlenmesidir. Herakles iki nehrin yatağını yönlendirerek bunların bir kerede temizlenmesini sağlar.
Altıncı görev Stymphalia Gölünün vahşi kuşlarının yok edilmesidir. Bu amaçla Herakles, Athena’nın kendisine verdiği çıngırakla kuşları ürkütür ve oklarıyla da onları vurur.
Yedinci görevi Girit boğasını öldürmektir. Girit’e gidip boğayı yakalar ve bir gemiye koyup Eurystheos’a getirir.
Sekizinci görev Diomedes’in insan eti yiyen atlarının yakalanmasıdır. Herakles’in atları yakalayıp Diomedes’i onlara yedirmesi, sonra da ağızlarını bağlamasıyla bu görev de tamamlanır.
Dokuzuncu görev Amazonların kraliçesi Hippolyte’in kemerinin Eurystheos’un kızına getirilmesidir. Hippolyte kemeri vermeye razı olur, ama Hera ortalığı karıştırır ve savaş çıkartır. Herakles mecburen kraliçeyi öldürür ve kemeri alır.
Onuncu görev Akdeniz’in batı ucunda bir adada yaşayan üç gövdeli Geryon’un sığırlarının getirilmesidir. Yolculuk sırasında çöldeki sıcaktan yılan Herakles yakıcı güneşe ok atar. Güneş tanrısı Helios bu cesareti karşılığında her gece batıdan doğuya gitmek için kullandığı altın arabasını ona verir. Bu sayede adaya varan Herakles Geryon’u öldürür ve sığırları getirir.
On birinci görev Atlas’ın bahçesindeki altın elmaların toplanmasıdır. Herakles omuzlarında gök kubbeyi taşıyan Atlas’ı ikna eder ve Atlas yükünü Herakles’e devredip elmaları toplar. Son anda fikrini değiştiren Atlas’dan elmaları alabilmek için de Herakles taşıdığı gök kubbeyi aniden onun omuzlarına yükler.
Son görev, Hades’in kapısındaki üç başlı canavar köpek Kerberos’un kaçırılmasıdır. Köpeğin görevi yaşayanları Hades’e sokmamaktır. Herakles yeraltı tanrısından köpeği ister, ama isteği ancak köpeği kendi gücüyle yenmesi halinde gerçekleşecektir. Herakles olağanüstü gücüyle köpeği üç başından yakalayıp Eurystheos’a gösterir, sonra Hades’e iade eder.

TAPINAK RAHİBESİ
Antalya Müzesi olağanüstü bir deney sunar ziyaretçisine ve bir-iki saatten öte zaman ister. İnsanın önüne bambaşka bir dünya açar; yüzyıllar öncesine ait yüce tanrıların, efsane savaşçıların, büyülü, inanılması zor, ama nedense inandırıcı öyküleriyle oluşturulmuş bir dünya. On iki bin kadar eser, ilk insana ait çakmak-taşlarından yakın geçmişin yöresel el dokuması halılarına kadar varan geniş bir yelpazede gezdirir insanı.
Unutulmaması gereken, burasını sadece bir müze olarak değil, bu müzeyi mümkün kılan kültürler, şehirler, yıkıntılar ve coğrafyayla bir bütün olarak yaşamaktır. Likya, Pisidya, Pamfilya… Bu uygarlıklar bu coğrafyanın ve onların en güzel kentlerini görmek gerek; yani Perge’yi, Aspendos’u, Side’yi, Termessos’u, Sillyon’u, Lybre’yi, Selge’yi… Saymakla bitmez..