GÜNBATIMINDA KÜLTÜR

Her felaket dönemi için olduğu gibi, Geç Orta Çağ da, düşünce, edebiyat ve sanat açısından son derece verimli bir dönemdi. Düşünce alanındaki en önemli gelişme, teoloji ve felsefede yaşanan şüphe krizi oldu. Söz konusu şüphe, Tanrı’nın varlığı ve onun doğaüstü güçlerinden duyulan kuşku değildi tabi. Konu, insanoğlunun doğayı anlama yeteneğiydi ve 14. Yüzyılın peş peşe gelen felaketleri, insanın bu yeteneğine duyulan güveni zayıflatmıştı. Bunun sonucu da, mevcut teolojik ve felsefi bakış açısının yeniden değerlendirilmesi oldu.

Felsefede Nominalizm

Geç Orta Çağın önde gelen düşünürü İngiliz Fransisken rahip Ockhamlı William’dı (1288-1348). Bilgi alanında William, spekülatif teoriler yerine mutlak kesinlikler aramış ve dünyevi konuları soruştururken nominalizm olarak bilinen bakış açısını geliştirmişti. Nominalizme göre gerçek olan şeyler, kolektif, ya da evrensel olanlar değil, tekil şeylerdi. Bu nedenle de bir şey, bir başka şeyin yardımıyla anlaşılamazdı. Evrenseller, yani onlara sahip olan tekil nesnelerin özelliklerinden bağımsız olarak mevcut oldukları kabul edilen şeyler, “felsefenin en büyük hatası” olmuştu. Bir başka deyişle William bizlere, sadece spekülasyon yoluyla dünyanın gerçek bilgisine ulaşamayacağımızı söylemektedir. Bunun için yapmamız gereken, şeylerin gerçekte nasıl olduklarına bakmaktır. Ancak gözlem ve deney bizi dünya hakkında gerçek bilgiye ulaştırabilir. İşte onun bu akıl yürütmesidir ki, doğaüstü açıklamalara atıfta bulunmaksızın insan ilişkileri ve doğa olaylarının tartışılmasını olanaklı kılmış ve modern bilimsel yönteme varacak yolun başlangıcını oluşturmuştu.

William’ın adıyla ilişkili ünlü ilke ise, Ockham’ın Usturası ilkesidir. Bu, aynı fenomen için iki alternatif açıklamadan karmaşık olanının yanlış olmasının daha muhtemel olduğunu, bu nedenle, diğer şeyler aynıyken, daha az karmaşık olanın doğru olma olasılığının daha kuvvetli olacağını belirtmektedir. Yani, William’ın bize önerisi, bir şeyi açıklarken varsaymamız gereken asgari varsayımları yapmamız, gerekmeyenleri de kesip atmamızdır.

Edebiyatta Natüralizm

Güvenilir gerçeği araştırma hevesleri, felsefede olduğu gibi, Geç Orta Çağ edebiyatında da temel eğilim olacak, şeyler gerçekte ne iseler, onları o olarak anlatma gayreti (natüralizm) yazına egemen olacaktı. Okuma yazma bilen kitledeki istikrarlı büyüme, yazarları, teolojik ve felsefi soyutlamaları bir yana bırakmaya teşvik etmiş, onlar da insanları gerçekçi bir şekilde tasvir etmeye başlamışlardı. Eğitimdeki sürekli yaygınlaşma, Latince yerine kendi anadilinde okuyabilen insan sayısını artırmış, dolayısıyla Orta Çağın anadilde yazılmış şiirlerine, Geç Orta Çağda düz yazı da eklenmişti.

Giovanni Boccaccio, Geç Orta Çağın en büyük hümanist yazarıdır, kurgularının en ünlüsü de Il Decameron. Decameron, 1348 ila 1351 yılları arasında yazılmış, çoğunlukla aşk, cinsellik, macera ve hile ile ilgili yüz öyküden oluşur. Boccaccio bu öyküleri önceki kaynaklardan derleyip yeniden anlatmış, ancak bunlara kendi ustalığını ve esprili üslubunu uygulamıştır. İçerik açısından bakıldığında, Boccaccio, erkekleri ve kadınları, olmaları gerektiği gibi değil, oldukları gibi anlatmıştır. Onun kadınları, erişilmez tanrıçalar, ya da umarsız bakireler değil, zeka sahibi, etten ve kemikten oluşan doğal yaratıklardır. Yazarın cinsel ilişkiye yaklaşımı genellikle şakacı, ama hiçbir şekilde aşağılayıcı değildir. Bu özellikleriyle değerlendirildiğinde Decameron, insanca olan her şeyin eğlenceli bir yüceltimidir. Kitap, uzun mesafe iş gezileri yapmak zorunda olan Floransalı tüccarların eşleri için yazılmıştır.

PASOLINI: IL DECAMERON, PERONELLA’NIN ÖYKÜSÜ (1971)

PASOLINI: CANTERBURY ÖYKÜLERİ, TÜCCARIN ÖYKÜSÜ (1972)

Geç Orta Çağ natüralist edebiyatının önde gelen yazarlarının bir diğeri de İngiltere’nin güçlü edebiyat geleneğinin kurucu babası olan Geoffrey Chaucer’dır. Çoğu edebiyat eleştirmeni onu Shakespeare’in hemen ardında, Milton, Wordsworth ve Dickens ile aynı sınıfta konumlandırır. Chaucer’ın başyapıtı ise, Canterbury Öyküleri’dir. Decameron gibi Canterbury Öyküleri de, bir grup insanın, bu kez Londra’dan Canterbury’ye hacca giderken, anlattıkları hikayelerden oluşur. Chaucer’ın bu öyküleri düz yazı yerine şiirle anlatması ve karakterlerinin, Boccaccio’nun asillerinden farklı olarak, değişik sınıflardan gelmeleri, onun insana ilişkin komedisinin Decameron’dakinden çok daha geniş kapsamlı olmasına olanak tanımıştır.

Güzel Sanatlarda Realizm

Natüralizm, edebiyatın yanı sıra, Geç Orta Çağ sanatını da etkilemiş, heykellerin orantıları giderek daha doğal, yüz ifadeleri de daha gerçekçi olmuştur. 1300’den 1500’e natüralizm el yazması ve freskleri de etkisi altına almıştır. Bu tarihlerde ıslak alçı üzerine yapılan fresklere ek olarak, İtalyan sanatçılar ahşap veya tuval üzerine de resim yapmaya başlamışlardır. Bunlar, önce su ve yumurta akına katılmış kök boyaların kullanıldığı tempera yöntemiyle, 1400 sonrasında da, yağlı boya ile yapılmıştır. Kuzey Avrupa’da geliştirilen yağlı boya tekniği, yeni sanatsal fırsatlar yaratarak sanatçıların, sadece kiliseler için değil, zenginlerin evleri için de dini tablolar yapmalarını mümkün kılmıştır. Monark ve aristokratların siparişleriyle birlikte, portre sanatı da kısa süre içinde gelişecektir.

Pisano Madonna and Child 1343-47

PISANO: MADONNA VE OĞLU (1343)

Rimini Crucifixion Altarpiece Netherlands 1430 Detail

RIMINI ÇARMIHA GERİLME (1430)

Dürüst Nastagio’nun Öyküsü

Gelin Decameron’dan bir öykü ile bitirelim Orta Çağın Günbatımını. Öyle bir öykü olsun ki bu, Erken Rönesans’a geçişin köprüsünü de oluştursun. Nastagio degli Onesti bu iş için biçilmiş kaftan. Neden derseniz, güzel, ama taş kalpli kızlara ‘kapak olsun’ diye yazılmış bu öykü, Rönesans’ın Floransa’daki hamisi Lorenzo de Medici tarafından resimlendirilmek üzere Erken Rönesans’ın en ünlü ressamı Sandro Botticelli’ye sipariş edilmiş. Lorenzo’nun bu siparişteki amacı da, tabloları Lucrezia Bini ile evlenen yeğeni Gianozzo Pucci’ye düğün hediyesi olarak vermek.

Ravenna’lı Nastagio degli Onesti (Dürüst Nastagio) babası ve amcasının ölümünden sonra servet sahibi olmuş ve kendisi gibi asil bir ailenin kızına tutulmuştur. Kızın ilgisini çekmek için servetini orada burada çarçur eder, ama kız ona bir türlü yüz vermez. Hatta onunla dalga geçer. Nastagio kızı unutmaya çalışır, aşkı nefrete döner, hatta birkaç başarısız intihar girişiminde bile bulunur.

Botticelli Nastagio Degli Onesti 1483 Boccaccio Decameron

BOTTICELLI: NASTAGIO DEGLI ONESTI (1483) I

Botticelli Nastagio Degli Onesti 1483 Boccaccio Decameron

BOTTICELLI: NASTAGIO DEGLI ONESTI (1483) II

Bir bahar akşamı Nastagio, aşkını unutabilmek ümidiyle arkadaşlarıyla kamp kurduğu çamlıkta gezinirken çırılçıplak bir kızın koştuğunu görür. Gözyaşları içindeki kızın peşinden onu öldürmek üzere, iki azgın köpek ve elinde kara kılıcıyla bir şövalye gelmektedir. Nastagio kızı korumaya çalışır, ama şövalye ona bu işe karışmamasını, bu kıza bir zamanlar aşık olduğunu, ama aşkı karşılıksız kaldığından intihar ettiğini anlatır. Kız ise, herhangi bir pişmanlık duymadan öldüğünden, tanrılar tarafından bu yöntemle avlanılmaya, taştan kalbinin de yem olarak köpeklere atılmasına mahkum edilmiştir.

Nastagio olayı ilahi adaletin gerçekleşmesi olarak algılar ve seyirci kalmaya karar verir. Şövalyenin kızı öldürüşünü, kalbini çıkarıp köpeklere atmasını, kızın dirilip tekrar koşmasını ve şövalyenin onu tekrar yakalamasını izler. Bu ilginç olayı da, bir derse dönüştürmeye karar verir.

Botticelli Nastagio Degli Onesti 1483 Boccaccio Decameron

BOTTICELLI: NASTAGIO DEGLI ONESTI (1483) III

Botticelli Nastagio Degli Onesti 1483 Boccaccio Decameron

BOTTICELLI: NASTAGIO DEGLI ONESTI (1483) IV

Çamlığın o kısmında kendi ailesine, arkadaşlarına ve sevdiği kızın ailesine bir ziyafet hazırlar. Ziyafet sırasında beklediği gerçekleşir ve herkes dehşet veren olaya tanık olur. Bu sayede kız yaptığı hatayı anlar ve Nastagio’nun evlilik teklifini kabul eder. Konu tatlıya bağlanır ve bundan böyle de, Ravenna’nın kadınları kendilerini sevenlere daha iyi davranmayı öğrenirler.

Botticelli’nin dört tabloluk serisinin son sahnesinde, biz de kendimizi Floransa’da Gianozzo Pucci’nin düğününde buluruz; tam da Dona Lucrezia Bini’nin “bu durumda ben de seninle evleneceğim” beyanında bulunduğu sırada.