İTALYAN HÜMANİZMİ

Rönesans İtalya’sının büyük entelektüel hareketi hümanizmdi. Hümanistler, Yunan ve Latin klasiklerinin hem ahlaki ve etkili bir yaşam sürmek için gereken tüm dersleri hem de güçlü bir Latin stili için en iyi modelleri içerdiğine inanıyorlardı. Hümanistler, Yunanlıların ve Romalıların kendileri için çok önemli görünen eserlerini anlamaya çalıştıkları yeni, titiz bir klasik bilim türü geliştirdiler.

Hem Floransa ve Venedikli cumhuriyetçi elitler hem de Milano, Ferrara ve Urbino’nun yönetici aileleri, çocuklarına klasik ahlakı öğretmeleri, zarif klasik mektuplar, tarihler ve propaganda yazıları yazmaları için hümanistleri işe aldılar. 15. yüzyılda hümanistler papaların çoğunu papalığın onların becerilerine ihtiyacı olduğuna ikna ettiler. Ancak papalar ve akademisyenler arasındaki ilişki hiçbir zaman basit olmadı çünkü hümanistler teoloji konusunda kendi görüşlerini geliştirdiler. Bazıları, Platon gibi pagan filozofların temelde Hıristiyan vahyiyle aynı fikirde olduklarını savundu. Diğerleri önemli Kilise doktrinlerini, kutsal kitap veya tarihsel destekten yoksun kurumlarını eleştirdiler; hatta kimileri de pagan olma tehlikesiyle karşı karşıya görünüyordu. Gerçek yüzleşme, Kilise’nin Protestan hareketiyle karşı karşıya geldiği 16. yüzyılın sonlarında gerçekleşti. Bazı Romalı bilim adamları, Kiliseyi Protestan saldırılarına karşı savunmak için hümanist bilimin yöntemlerini kullandılar, ancak diğerleri sansürün uygulanmasında iş birliği yaptı.

Petrarch

FRANCIS PETRARCH

Alberti

LEON BATİSTA ALBERTI

Machiavelli

NICCOLO MACHIAVELLI

Francis Petrarch

Terimin teknik anlamında hümanistlerin en eskisi Petrarch idi. Ona göre skolastisizm insanları tamamen yanlış yönlendirilmişti, çünkü onlara nasıl düzgün davranacaklarını ve kurtuluşa nasıl ulaşacaklarını öğretmek yerine soyut spekülasyonlara odaklanmıştı. Petrarch, Hıristiyan yazarın insanlara iyilik yapma konusunda ilham verme görevinde olduğuna inanıyordu. Ona göre antik dönem edebiyat klasikleri ahlaki bilgeliklerle doluydu. Petrarch kendisini eski metinleri keşfetmeye ve klasik üslubu taklit ettiği ahlaki incelemeler yazmaya adadı. Böylece yüzyıllar boyunca etkili olacak bir “hümanist” çalışma programı oluşturdu.

Petrarch oldukça geleneksel bir Hıristiyan düşünürdü. Onun insan davranışı için ideali, tefekkür ve çilecilikle dolu yalnız bir yaşamdı. Petrarch’ın şiirlerinin edebiyat tarihinde de yeri vardır. Sevgili Laura’sı için İtalyan sonelerini ozanların şövalyevari üslubuyla yazdı. Rönesans boyunca bu soneler biçim ve içerik açısından büyük ölçüde taklit edildi.

Leonardo Bruni ve Leon Battista Alberti

Yaklaşık 1400’den 1450’ye kadar, esas olarak Floransa’da bulunan bazı düşünürler, “sivil hümanizm” olarak adlandırılan yeni bir düşünce akımı geliştirdiler. Leonardo Bruni ve Leon Battista Alberti gibi Floransalı sivil hümanistler klasik edebiyat eğitiminin gerekliliği konusunda Petrarch’la aynı fikirdeydiler. Aralarındaki temel fark insanın doğasıyla ilgiliydi. Bu hümanistlerine göre insanın doğası onu tefekkür veya çilecilik için değil eylem için donatıyordu. Ailesine ve topluma yararlı olmasını, devletine hizmet etmesini ancak eylemi mümkün kılardı. Sivil hümanistler maddi mülkiyet çabasını kınamıyorlardı. Onlara göre insanlığın ilerlemesi, insanın dünya ve onun kaynakları üzerinde egemenlik kurmasındaki başarısına bağlıydı.

Aktif yaşamı yalnız yaşam yerine tercih etmelerinin yanı sıra, sivil hümanistler antik edebiyat mirasına ilişkin çalışmalarında Petrarch’ın çok ötesine geçtiler. İtalyan bilim adamlarını Yunanca el yazmaları aramak için Konstantinopolis’e ve Yakın Doğu’nun diğer şehirlerine geziler yapmaya teşvik ettiler. Bu şekilde Yunan klasiklerinin çoğu, özellikle de Platon’un, oyun yazarlarının ve tarihçilerin yazıları ilk kez Batı Avrupa’nın kullanımına sunuldu.

Lorenzo Valla

Roma’da doğan ve Napoli Kralı’nın hizmetinde faaliyet gösteren Lorenzo Valla, bir başka etkili Rönesans düşünürüydü. Floransalı sivil hümanistler gibi cumhuriyetçi bir siyasi katılımı yoktu. Dilbilgisi, retorik ve Yunanca ve Latince metinlerin özenli analizinde uzman olarak becerilerini kullandı. Valla, dilin kapsamlı bir şekilde incelenmesinin önceki yorumları nasıl gözden düşürebileceğini gösterdi. Bu bağlamda en belirleyici olanı, Konstantin’in Bağışı olarak adlandırılan şeyin bir ortaçağ sahtekarlığı olduğunu göstermesiydi.

13. yüzyılın başlarından beri papalık propagandacıları, 4. yüzyılda İmparator Konstantin tarafından verilen bir fermana dayanarak papalığın Batı Avrupa’da hüküm sürme hakkına sahip olduğunu ileri sürüyorlardı. Fermanın kullandığı dilin saçmalığını ortaya koyan Valla, onun bir ortaçağ sahtekarının eseri olduğunu kanıtladı ve anakronizm kavramını metinsel çalışmalara ve tarihsel düşünceye dahil etti.

Yeni-Platonculuk

Yaklaşık 1450’den 1600’e kadar İtalyan düşüncesi Yeni-Platoncu okulun egemenliğindeydi. Bunlar, Platon ve Plotinus’un düşünceleri ile antik mistisizmin çeşitli yönlerini Hıristiyanlıkla harmanlamaya çalıştılar. Marsilio Ficino ve Giovanni Pico della Mirandola aralarındaki en ünlülerdi ve  Cosimo de Medici’nin Floransa’da kurduğu Platonik Akademi’nin üyeleriydi.

MS 204 yılında doğan Plotinus, Yunanca yazan, Roma kökenli Mısırlı bir filozoftu. Onun düşüncesi Platon’un felsefesindeki mistik eğilimi geliştirdi ve Yeni-Platonculuk olarak bilinmeye başlandı. Plotinus’un temel öğretilerden ilki, yayılımcılıktı. Var olan her şey sürekli bir yayılımla Tanrı’dan geliyordu. Ona göre bu sürecin ilk aşaması dünya ruhunun yayılımı, son aşaması da maddeydi.

Yeni-Platonculuğun ikinci büyük doktrini mistisizmdi. Başlangıçta, Tanrı’nın bir parçası olan insan ruhu maddeyle birleşmesi sonucu ilahi kaynağından ayrılmış durumdadır. Bu nedenle yaşamın en yüksek amacı, ruhun maddeye olan esaretten özgürleşmesi yoluyla ilahi olanla mistik bir buluşma olmalıdır. Bu hedefe ulaşmak için insan, mümkün olan her şekilde fiziksel bedenine boyun eğdirmelidir. Dolayısıyla çilecilik bu felsefenin üçüncü ana öğretisidir.

Plotinus’un çalışması, Platoncu felsefeyi sonraki bin yıl boyunca Hıristiyanlığın entelektüel gelişiminin merkezi hale getirdi ve Aziz Augustine ile Aziz Thomas aracılığıyla Hıristiyan düşünce üzerindeki etkisi çok büyük oldu.

Bir Yeni-Platoncu olan Marsilio Ficino’nun en büyük başarısı Platon’un eserlerinin Latinceye çevrilmesiydi. Kendi felsefesinin hümanist olduğu tartışmalıdır. Ficino etikten metafiziğe yöneldi. Ona göre ölümsüz ruh, ölümlü bedeninde daima perişandır.

Aynı sorun Pico della Mirandola için de geçerli. O bir sivil hümanist değildi. Dünyevi kamu işlerinde çok az değer görüyordu. Ama insandan daha harika bir şey olmadığına da inanıyordu, çünkü insan, eğer isterse, Tanrı ile birliğe ulaşma kapasitesiyle donatılmıştı.

Niccolo Machiavelli

Rönesans’ın en büyük düşünürü bir siyaset felsefecisi olan Niccolo Macchiavelli’dir (1469-1527). Macchiavelle hiçbir okula ait değildi ama kendine ait bir sınıfta yer alıyordu. Siyasetin etik temellerine ilişkin daha önceki tüm görüşleri altüst etti ve siyasi yaşamın tarafsız ve doğrudan gözlemlenmesine öncülük etti. Macchiavelli’nin yazıları, kendi döneminde İtalya’nın mutsuz durumunu yansıtır. 15. yüzyılın sonunda İtalya, uluslararası mücadelelerin kokpiti haline geldi. Fransa ve İspanya yarımadayı işgal etmişti ve İtalyan kent devletleri birbirleriyle rekabet halindeydiler. Machiavelli, yeni kurulan Floransa Cumhuriyeti’nin hizmetine ikinci şansölye ve sekreter olarak girdi. Görevleri diğer devletlere diplomatik misyonlar içeriyordu.

Macchiavelli, Roma’dayken Cesare Borgia’nın başarılarına hayran kaldı. Borgia’lar İspanyol soylularıydılar. Aile 1443’te İtalya’ya gelmiş ve 15. yüzyılda büyük bir üne kavuşmuş. Papa Alexander VI olan Rodrigo, gücünü genişletti ve çocuklarının çıkarlarını ilerletti. Gayri meşru çocukları olan Cesare ve Lucrezia, suçları ve ahlaki aşırılıklarıyla ünlüydü. Cesare, politik güce aşık, zeki ve hırslı bir oportünistti. Machiavelli, Cesare’yi ideal prensin modeli olarak görüyordu. Cesare’nin acımasızlığı dik kafalılıkla birleştirmesini ve ahlakı tamamen siyasi amaçlara tabi kılmasını onayladı. 1513’te yayınlanan ve en ünlü eseri olan Prens’te Machiavelli devletin siyasetini ve uygulamalarını olduğu gibi anlattı. Ona göre hükümdarın en büyük görevi, yönettiği ülkenin gücünü ve güvenliğini korumaktı.

Macchiavelli’nin insan doğasına bakışı alaycıydı. Tüm insanların kişisel çıkar ve maddi refah güdüleriyle ettiğini savundu. Bu nedenle devlet başkanı, tebaasının sadakatini hafife almamalıtdı. Dolayısıyla “bir prens için korkulmak sevilmekten çok daha güvenlidir.”

Bugüne dek bazı insanlar Machiavelli’nin açıklamalarını şoke edici buldular. “Makyavelci” kelimesi ahlak dışı, fırsatçı ve manipülatör anlamına gelen aşağılayıcı bir terim olarak yaygın bir şekilde kullanılmaya başlandı. Ancak Macchiavelli’nin yapmaya çalıştığı tek şey entelektüel dürüstlüğü politika analizine dahil etmekti. Böylece Machiavelli, yeni düşünürler için değerlerden bağımsız bir siyaset bilimi geliştirmiş ve Prens’e Realpolitik’in İncil’i denmişti.

Baldesar Castiglione

Rönesans insanı idealini Saraylının Kitabı’nda (1528) popüler hale getiren, bir diplomat ve kont olan Baldesar Castiglione’ydi. Bu yapıt, modern görgü kuralları el kitaplarının öncüsüydü. Eserinde Castiglione, gerçek bir beyefendi gibi davranmak için gereken zarif nitelikleri tanımladı.

Rönesans’ın cinsel kimliklere delicesine tutkunluğu karşılığını Saraylının Kitabı’nda bulmuştur.  Castiglione, kılık kıyafete ve duruşa ilişkin yüksek standartlar getirdi. Saraylı, iki eşeyliydi: “kendine özgü bir tatlılığı”, “zarafeti” ve “güzelliği” vardı. Kadın, eserde merkezi bir konuma sahiptir. Castiglione’nin kadını hiçbir şüpheye yer bırakmamacasına kadınsıydı. O, kadınlığın gururlu ve soğuk Petrarch modeline karşı çıkar.

Castiglione’nin Saraylısı, yayınlanmasından sonraki bir yüzyılı aşkın süre boyunca tüm Avrupa’da okunarak, İtalyan nezaket ideallerini Alplerin kuzeyindeki prenslik saraylarına yaydı. Sonuç, Avrupa aristokrasisinin sanat ve edebiyatı giderek daha fazla himaye etmesi ve kadınların ev dışında aktif bir rol oynaması oldu. Kuzey’de bu konuda başı çeken Büyük Britanya olacaktı. Ne de olsa 1558 yılından başlayarak 45 yıl boyunca bu ülke tarihinin en güçlü kraliçesi tarafından yönetiliyor olacaktı.